İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Tasavvuf İlminin Diğer İlimlerle İlişkisi ve Bütünlük Sorunu
Ekrem Demirli


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 23.02.2021
 

  • Tasavvuf ile ahlak, tasavvuf ile felsefe ilişkisi nasıl düşünülmesi gerekir? Tasavvufla mistisizm nasıl ilişkilendirilir? Tasavvufun Hıristiyan mistisizmi ve Budizm ile ilişkisi nasıl bir problemdir?
  • Burada hem farkı hem ilişkileri tespit etmek ve İslam’ın sorunsalı başlığı altında İslam içerisindeki disiplinlerin dünya ile ilişkileri sorunsalını dikkate almak gerekir.
  • Tasavvuf ya da herhangi bir disiplin olsun, metodolojinin müşterek olması gerekir.
  • Tasavvufun sorunsalı, sadece din bilimleri ve iç ilişkileri ile sorunu değildir. Aynı zamanda dış ilişkiler sorunudur. (Grek ahlak teorisi, Zerdüşt ahlak teorisi gibi)
  • Bu sorunsalı tartışabilmek için sadece tasavvuf üzerinden gidemeyiz; fıkıh ve kelam ilminin buradaki ilişki ağı da önemlidir. Bir bütün olarak din bilimlerinin dış dünya ile ilişkisi sorunsalını yeni bir gözle ele almadan tasavvuf hakkında ne dersek eksik kalır.
  • Türkiye’de Mevlâna Celalettin Rumî, Yunus Emre ve kısmen Hacı Bektaş Veli gibi isimler üzerinden daha evrensel bir şey oluşturmak istendi.
  • Abdullah Cevdet, “Gazali ve Mevlâna” adlı kitabında gitmemiz gereken güzergahın Mevlâna ve onun hümanizmi olduğunu, Gazali ve skolastisizminden uzaklaşmamız gerektiğini söyler.
  • Tasavvuf din içerisinde evrenselliği temsil eden kanattır, çünkü insan problematiği vardır. Buna mukabil Gazali skolastisizmi, yerelliği ve daralmayı temsil eder.
  • Tasavvuf bir hareket şeklinde, birtakım belirsiz akımların çatışması şeklinde ortaya çıkmıştır.
  • Cüneyd-i Bağdadî'den sonra, takipçileri ve talebeleri tasavvufu Sünnî bir din bilimi olarak din bilimlerinin merkezine yerleştirir. Bu çok önemli bir kırılma noktasıdır.
  • Tasavvuf bu kırılmada kişi merkezcilikten metin merkezciliğe evirilerek Sünni tasavvufu dediğimiz düşünceyi oluşturur.
  • Tasavvufun din bilimi haline geldikten sonra büyük bir problemi daha ortaya çıkar: Tasavvuf "fıkh-ı batın" diye bir kavram ortaya çıkarır ama bunu fakihler kabul etmez.
  • Gazali İhya-ı Ulumuddin’i bu perspektifte yazar. Ancak İmam Muhammed ve İmam Ebu Yusuf bu kavramı benimsemez.
  • Tasavvufun din bilimleri ilişkisi sorunsalını iki cümle üzerine kurmak uygundur:

1.Cümle: Kelabazi:"Sufilerin akaidi Ehl-i Sünnet akaidinin tam olarak aynısıdır, buna mutabıktır buna ilave ve bundan farklı bir şey olamaz."

Sünniliğin teolojisini oluşturan temel şey şudur:

  • Evrende bir determinizm olamaz ama adet olabilir. Determinizm olabilmesi için eşyanın bağımsız mahiyetleri olması gerekir. Mu’tezile bunu savunabilmek için ma’dumat fikrine gider, tasavvuf ma’dumat fikrini reddetmeyi iktiza eder.  Kuşeyri'nin ana unsurlardan biri de budur.
  • Sıfatlarda ta’addudu reddetmeden mahiyet olmaz.

Tasavvufun Sünni kelamla ilişkisini anlamadan kelamın boyutlarını, gelişim evrenini anlayamayız. Kilit kavramlardan bir tanesi doğa nazariyesidir.

  • Kuşeyri tasavvuf tefsirini sıfatların kıdemi, mahiyetin yoksunluğu ve nizamın reddi üzerine kurmuştur. Burada çok kilit bir kavramı fark etmiştir ve ahlak teorisini de bunun üzerine kurmuştur.
  • Maturîdilik Sünni midir değil midir? Burada dört konuya bakarız:
  • Determinizm, mahiyet, müdahale ve Tanrı'nın sıfatlarını bunu değiştirmiş ise Sünni değildir. Değiştirmemiş ise Sünni olmak zorundadır.
  • Kelabazi'ye göre tasavvufun bir fıkıh görüşü yoktur çünkü Ehl-i Sünnet fukaha'sı zaten fıkıhta ne yapmamız gerektiğini söyler.
  • Burada Sufiler Kelabazi'nin cümlesinin bir devamı olmak üzere "biz Ehl-i Sünnetin fıkıh telakkisine bağlıyız" diyerek tasavvufu din bilimlerin ayağına yerleştirir.
  • Serrac’ın, Ebu Talib el-Mekki’nin perspektifi budur ve post-Cüneyt yazarların ve bütün tasavvuf telakkisinin ana cümlesi budur.
  • Gazali’ye kadar bu böyle gider ve Gazali’nin de işini kolaylaştıran da budur.

2. Cümle: SadreddinKonevi:"biz muhakkikler arasında ittifak derken, Sufiler ile Filozoflar arasındaki ittifaktan söz ederiz."

  • Kelabazi'ye göre hiçbir konuda Ehl-i Sünnet kelamına mugayir bir şey söyleyemeyiz. Konevi'ye göre ise Kelamcılar ile hiçbir konuda anlaşamayız.
  • Kelabazi mi haklıdır Konevi mi? Tasavvuf Ehl-i Sünnet kelamıyla uzlaşır mı? Bu soru tasavvuf üzerindeki yazımlarda entelektüel faaliyetlerin odağındaki sorudur.
  • Tasavvuf tarihinde Tabakat eserleri çok önemli bir yer tutar. Tabakat literatürü başka hiçbir disiplinde tasavvufta olduğu gibi bir anlam taşımaz çünkü burada Tabakat doktrinin bir parçasıdır.
  • Tasavvuf tabakatında kişinin zâhitliği ve âbidliği üzerinde durulur. Selefin dini hayatını ikame ederek bir numine-i imtisal otoritesini ikame etmek istenir.
  • Tabakat literatüründe çok önemli bir strateji güdülür. Her bir fıkıh ve hadis imamı gizliden gizliye ya da açıktan açığa bir sufiyi takip etmektedir. Fakihlerin hepsi Şeyban er-Raî, Ehl-i Beyt'ten Cafer es-Sadık, Davut et-Taî'den birine ittiba eder.
  • Kişinin kurtuluşu İmam Cafer gibi, Şeyban er-Raî, Davut et-Taî gibi imamlara bağlanmadan geçer.
  • Bir taraftan Ehl-i Sünnete bağlıyız, bir taraftan da Ehl-i Sünnet'in büyük âlimleri tasavvufa bağlıdır.
  • Bunların hepsinin mantığında tasavvufun nereye yerleştirileceği sorunsalı vardır.
  • Eğer tasavvuf fıkıh, hadis ve kelama bağlıysa o zaman biz tasavvufu özel olarak konuşmaya değer bulamayız. Çünkü biz dinimizi fıkıhtan, hadisten ve kelamdan öğrenebiliriz.
  • Tasavvuf ikmal etmek için vardır. Tasavvufa göre fıkıh, kelam ve hadisin bize söylediği Müslümanlık yetersizdir. 
  • Aslında bu tasavvufun bir çelişkisidir. Bir taraftan onsuz olmaz der ama kendi özgünlüğünü de korumak ister.
  • Bunu bir tek şekilde, Ebu Hanife'yi İmam Cafer’e götürmekle yapabilir.
  • Tasavvufun Gazali öncesinde İslam toplumuna önerdiği metot budur.
  • Bilginin ahlaka dönüştürülmesi ve içselleştirilmesi ve bu bilginin dini hayatın yüksek kavramlarına, ideallerine dönüşebilmesi için Cafer-i Sâdık’ın, Şeyban er-Raî’nin devreye girmesi şarttır. 
  • En nihayetinde tasavvuf şöyle düşünür: dini hayatın merkezine ve odağına Tanrı sevgisini almadığımız sürece dindarlık dediğimiz şey ya bir geleneğe ya da bir ticarete, ahiret yatırımına dönüşür.
  • Din Tanrı'yla bir konuşmadır. Tanrı'ya dua ederiz ve Tanrı bizi duyar. Tanrı şimdi ve buradadır.
  • Mesela "Tanrı bana dedi ki…" dememeliyiz.  Tanrı bana bir şey derse nübüvvet buradan zayıflar.
  • Sünni din anlayışı Tanrı'nın yerine şeriatını ikame ederek nomos merkezli bir anlayışa sapar.
  • Tanrı'nın yerini onun şeriatı alır. Din bilimlerindeki esas kırılma oradan başlar.
  • Nebinin yerini yani bir şahsın yerini onun sünneti alır.
  • İnsan telakkisindeki değişim, insan yükümlü varlıktır.
  • Tasavvuf, mükellefiyete karşı marifet ve müşahede merkezli ezeli insan fikrini savunur.
  • Tayy-i zaman ve tayy-i mekân;ukaba ile aramızdaki boşluğu ve mekânı ortadan kaldırarak ukbayı dünyada yaşamak demektir. Tasavvufun getirmek istediği tam olarak budur.
  • Kelabazi, Serrac ve Hucviri post-Cüneyd yazarlar bunu Ehl-i Sünnet kelamı içerisinde mümkün görürler. Bu nedenle burada bir sorun yaşamazlar. Fakat Sadreddin Konevi geldiğinde işin mahiyeti değişir.
  • Tradisyonu temsil eden fıkıh ve kelam olduğu için İbn Arabî ve Sadreddin Konevi bu geleneğin baskısından kurtulmak için hadise dönmeyi savunur.
  • İbn Arabî ve Sadreddin Konevi Sünni gelenek içinde bir tecdidi temsil eder.
  • İbn Arabî ve Konevi birinci evrede hadise dönerek fıkıh ve kelamın ağırlığını kırmak ister. Bu çok önemli bir noktadır.
  • Gazali kelama yetersiz demiştir. Metafiziğe ise tutarsız demiştir.
  • Şimdi paradigma ters çevrilir ve İbn Arabî ve Konevi kelama, fıkha tutarsız ve metafiziğe yetersizlik atfeder.
  • İbn Arabî ve Konevi din bilimleriyle sağlanmış büyük bir uzlaşmayı hadis, fıkıh ve kelam ile dolayısıyla din bilimleriyle sağlanmış büyük uzlaşmayı iter.
  • Sadreddin Konevi Vasiyetname’sinde der ki beni fıkıh kitaplarına göre değil mutlaka hadis kitapların göre defin edin ve teçhiz edin. İçtihat ve kıyas yapısına girdikten sonra, fıkıh kitaplarının hadisi kirlettiğini düşünür ve artık müçtehidin görüşünün hadisin yerini aldığını düşünür.
  • İbn Arabî ve Konevi’nin hadise dönme arzusu değil, fıkıh ve kelamın otoritesinin kırılma arzusudur.
  • Kelabazi’nin sağlamış olduğu ve Serrac’ın çelişerek sağlamış olduğu ittifak İbn Arabî tarafından yıkılmış olur.
  • Birinci dönemde tasavvuf din bilimleriyle uzlaşma üzerine kurulur, hadis burada çok fazla gözükmez ama fıkıh ve kelamla uzlaşır ve onların otoritesini kabul eder.
  • Fakat ustaca bir değişimle bütün büyük fakihleri, bütün kelam âlimlerini bir şeyhe bağlayarak din bilimlerinin yetersizliğini tespit eder.
  • Böylece bütün fakih ve kelamcılar büyük Sufilere bağlanarak tasavvuf din bilimlerini tasdik etmiştir ve noksanını ikmal etmiştir.
  • Ama İbn Arabî’ye gelindiğinde hikâye bozulur, çünkü fıkıh ve kelam tutarsızdır. İmam Azam’ı Caferi Sadık’a getirerek İmam Azam’ı düzeltebiliriz ama fıkıh düzelmez, kelam düzelmez. O zaman yeni bir tasavvuf anlayışı gerekir.
  • Yeni bir metafizik anlayışla tasavvufu merkeze taşıyarak din bilimlerini yeniden gözden geçirmek gerekir. Bu din bilimlerinin gözden geçirilmesinde hadisin keşfedilmesinde İbn Arabî çok önemli bir yer tutar. Hadis üzerinden fıkhın inşa edilmesi ve tutarlı bir kelamın ahlaka evirilmesi doğrultulusunda yeni bir din bilimleri anlayışı savunmuş olur.

Videolar