İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Nakli ve Akli İlimler Ayrımı ve İlimlerde Birlik Sorunu
Ömer Türker

İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 9 KASIM 2020

Soruna Genel Bakış

  • Akli nakli ilimler ayrımı ve bilimlerin birliği problemi iki açıdan ele alınabilir; ilk olarak bilimlerin bizatihi konularından hareketle meseleyi ele alıp akli ve nakli ilimler ayrımında yer alan ilimlerin, benzer şekilde fakat ilkelerinin farklı olarak mevcudatı araştırdığını söyleyebiliriz.
  • İkinci olarak da bilimlerin oluşum sürecini ele alarak bunların birbiriyle olan irtibatını ortaya koyabiliriz.

      Bilimlerin Oluşum Süreci

  • İslam düşüncesinde Hicri ilk 200 yıl nakli bilimlerin oluşum sürecini ifade eder.
  • Bu oluşumun bir ayağı fethedilen bölgelere gönderilen belli başlı merkezlerde vazife yapan sahabiler, bir ayağı fethedilen bölgelerde ortaya çıkan hukuki ve itikadi problemler, bir ayağı da Müslümanlar arasında çıkan iç savaşlardır.
  • İslam düşüncesinde akli ve nakli bilimler ayrımını nakli bilimlerin hangi soruya cevap verdiğini bilmeden anlayamayız.
  • Nakli bilimler ayrımının, bu bilimlerin oluşum süreçlerinden bağımsız temel bir problemi vardır. Bu problem anlaşılmadan bilimlerin birliği meselesi hakiki anlamda müzakere edilemez.
  • Bu problem şudur; Peygamber (as) insanlığa bir hakikat bilgisi ve bu hakikat bilgisine uygun bir yaşam tarzı getirdi, tebliğ etti, aynı zamanda tatbik etti. Peygamber (as) dar-ı bekaya irtihal ettikten sonra, onda tahakkuk etmiş olan hakikat bilgisine uygun olan hayat nasıl tevarüs edilecektir?
  • Soru bir başka açıdan şöyle tasvir edilebilir; insanın varlığa, Tanrı’ya, Tanrı-âlem ilişkisine dair belli başlı cümleleri vardır. Bu cümlelerin kaynağı nübüvvet ya da nübüvvet geleneğinin olmadığı toplumlarda kahinler, şamanlar olabilir. Bu cümlelerin anlamını temelde kim biliyor?
  • İslam ümmeti için bu cümlelerin manasını bilen ve buna uygun hareket eden kişi peygamberdir.
  • Şimdi Soru şu: Peygamber (as) dar-ı bekaya irtihal ettiğine göre biz bu cümlelerin anlamını nereden öğreneceğiz ve bu cümlelere uygun bir hayat yaşamak nasıl bir şeydir?

Nazar ve İstidlal Yöntemi

  • İslam fütuhatının temelinde Hz. Peygamber’in getirdiği hakikatin başkalarına ulaştırılması vardır.
  • Müslümanlar Hz. Peygamber’in bir hakikati tebliğ ettiğini, bu tebliğ ile bütün insanlığın yüzleştirilmesi gerektiğini düşündüler ve bunun peşine düştüler.
  • İşte İslami ilimler, Hicri ilk 200 yılda Müslümanların bu soruya cevap verme çabası olarak ortaya çıktı. İslami ilimlerin tamamı bu soruya değişik cevaplar verdiler.
  • Sorunun bir açısı bilgiyle ilgili bir probleme tekabül eder; Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği hakikat bilgisine nasıl varis oluruz?
  • Buna cevap teşkil etmek üzere iki büyük disiplin gelişti birincisi kelam ikincisi süresi içerisinde sistemleşen tasavvuf.
    1. Kelam
  • Kelam Hz. Peygamber’den intikal eden hakikat bilgisine iki yol kullanarak ulaşabileceğimizi düşünmüştür. Birincisi bizatihi Hz. Peygamber’den bize intikal eden, kesin haberlerle mümkündür. Bu haberlerin içeriğini kavradığımız zaman hakikat bilgisi ile bizim aramızda bir köprü olacak ve biz hakikat bilgisiyle bir bağlantı kurabiliriz.
  • İkincisi, bizatihi kendi tecrübelerimiz, bedihi bilgilerimiz, dış dünyaya ilişkin tecrübelerimiz ve dil içeriklerimiz. Bunların tamamı bizim tecrübelerimiz dâhilinde derlenip toparlanabilir ve böyle adlandırılabilir. Dolayısıyla temelde iki bilgi kaynağımız olduğunu düşünmüşlerdir.
  • Bu sayede kelamcılar, istidlal yaparak Peygamber’in bize tavsif ettiği şekilde Allah’ı, Allah-âlem ilişkisini, insanın bütün bu bilgisini ve insanın bütün bu bilgi karşısında konumunu kavrayacağımızı iddia ettiler.
  • Kelamcılar yalnız bunu derinleştirdiklerinde şöyle bir manzara ile karşılaştılar; Hz. Peygamber’den intikal eden bilgileri kavrayabilmek ve tecrübelerimizi anlamlı hale getirebilmek için de var olana ilişkin kuşatıcı bir araştırma yapmak zorundayız.
  • Bu defa Kelamcılar mevcudatın tamamını idrak araçlarımıza göre görülenler, duyulanlar, tadılanlar, cevherler olmak üzere bir araştırma projesine dönüştürdüler.
  • Bu sebeple Kelamın konu sıralaması Hicri 2. yüzyılda oluşmuştur ve bütün mevcudatı, varlığı bilinen her şeyi bir araştırma prosedürü haline getirmeyi amaçlamışlardır.
  • Kelamcılar temelde ilahi iradeyi anlayabileceğimizi ama onu anlamanın bir tür Allah'a karşı derinleştirilmiş muhabbet ya da temel pratiklerle iştigal etme olmadığını düşündüler.
  • Bu sebeple kelamcılar bilinenlerden bilinmeyenlere ulaştıracak bir yöntem geliştirdiler, bu yöntemin ismi nazar ve istidlaldir.
    1. Tasavvuf
  • Hakikat bilgisine ulaşmada bir diğer yöntem, Hz. Peygamber'den tevarüs edilen hakikat bilgisi ile yaşam formu arasında zorunlu bir ilişki olduğunu ve bizim o yaşam formuna ortaklık oluşturamadığımız sürece o hakikat bilgisine varis olamayacağımızı iddia edenlerin yöntemidir.
  • Bu grup hakikat bilgisinin kendisinin yeterince mücmel olduğunu ama bunlara ilişkin tahkiki bir bilginin bizatihi yaşam tecrübesi ile desteklenmesi, bizatihi ondan çıkması gerektiğini düşünürler.
  • Bu grubun iddiasına göre bilgiyi taşıyan yani haber sahibi olan kişinin tecrübesine ortak olunmadan hakikat anlaşılamazdır. Bu nedenle Hz Peygamber’in peygamberane yaşantısı birebir modellenmelidir. Başlangıçta züht olan bu yöntem daha sonra riyazet ve mücahede yöntemi adını almıştır.

Fukaha

  • Hz. Peygamber’in yaşam formunun nasıl tevarüs edileceğine dair başka bir yöntem de fukahanın yöntemi olmuştur. Fakihler ve muhaddisler Hz Peygamber’in ameli hayatını nasıl tevarüs edeceğimizle ilgilendiler ve bunun için hummalı bir çalışma yaptılar.
  • Fakihler tümdengelim yöntemiyle insan fiillerine ilişkin bir araştırma yaparak fiillerin taksimini ve fiiller hakkında fıkhın konularını şekillendirmişlerdir ve Şari’in hükümlerinin ne olduğu konusunda bir belirginlik oluşmuştur.
  • Sufilerin peygamberane yaşantıyı nasıl elde edeceğimize dair önerisi olan züht yaşantısı insan fiillerinin tamamını kapsamamaktadır. Fiillere dair Şari’in beklentisinin ne olduğunu bize züht yaşantısı vermez, bu noktada fukaha ile sûfiler arasında bir ortaklık oluşmuştur.
  • Fukaha züht üzerinden değil istidlal yöntemi ile Hz. Peygamber’e ittiba etme yolunu seçtiler.
  • İstidlal naslardan, bilinenden bilinmeyene giden bir akıl yürütme faaliyetidir. Kelamın yöntemi ile fıkhın yöntemi nefsü'l emr de aynıdır, konularından dolayı değişiklik gösterir. Fukahanın istidlale malzeme yaptığı haberlerle, mütekellimûnun istidlale temel ve önerme yaptığı haberler değişir ancak form itibariyle aynıdır.

Haber Yöntemi

  • Bu muhaddislerin, tarihçilerin ve dilcilerin kullandığı yöntemdir.
  • Bir haberin doğruluk şartlarının neler olduğunu, haberin hangi şartlarda bize ulaştığı ve doğruluk kriterini nasıl karşıladığı ayrıntılı bir biçimde bu gruplar arasında tartışılmıştır.
  • Fıkhi görüşlerin farklılığında haberlerin nasıl değerlendirileceğine ilişkin kanaat önemli rol oynamıştır.
  • Bu yöntemi hadisle irtibatlı düşünürüz ancak temelde tarihçilik, haber üzerine bir araştırma, haberleri derleme, haberlerin sahiplik kriterini belirleme üzerine kuruludur.
  • Erken dönem söz konusu olduğunda Arap dili ile ilgili çalışmalar da böyledir, onlarda da haberleri derleme üzerine gidilmiştir. Bu, temelde bir rivayet yöntemidir yani bir haberin naklinin doğruluk şartlarını temsil etme yöntemidir.
  • Sonuç olarak; Hicri ilk 200 yılda Müslümanlar Kur'an ve sünnetle irtibata geçme çabasını, hem Kur'an ve sünnetle ilgili bütün malumatı anlama ve yorumlama hem de bu malumatı anlama ve yorumlama faaliyeti ile ilişkili bir şekilde bir bütün olarak var olanları idrak etme çabası gösterdiler ve bu çabaya uygun yöntemler geliştirdiler.
  • Dolayısıyla Hz. Peygamberin temsil ettiği hakikat bilgisi ve yaşantısı ile ilişkin âlimler çeşitli açılardan bölünmüşlerdir. Her bir temsil kanadı kendinin aynı zamanda bütünlüğü temsil ettiğini düşünmekteydiler. Bu nedenle her bir zümre aynı zamanda diğer alanlardaki ilmi birikime de vakıftı. Kendi disiplinlerinden yola çıkarak dinin bütünü ile irtibat kurma çabası içindeydiler.
  • Bu sebeple erken dönemde öne çıkan imamların neredeyse bütün konularda görüşleri vardır ve farklı içtihatları birleştirme kapasiteleri vardır. Örneğin Mutezile’nin görüşlerinin bir kısmı Hanefi fıkhıdır ama Ebu Hanife’nin de Mutezili olduğunu iddia ederler. 
  • Bu birlik ve bütünlüğe rağmen 150’li yıllardan sonra bu zümreler aynı zamanda belirli disiplinleri yani varoluşu belirli cihetlerden inceleme yönlerini belirginleştirmeye başladılar. Disiplinlerin sınırlarını belirlemeye başladılar ve varoluşun yönlerini inceleyen disiplinlerin de cihetlerinden bir örgü oluşturmaya başladılar.
  • Bu durum kelimenin tam anlamıyla İslam öncesinde hiçbir dönemde olmayan İslam naslarından hareketle kurulmuş yeni bir disiplinler öbeğini ortaya koymuştur.
  • Bunu sağlayan şey İslam ümmetinin dini naslar etrafında bir bütün olarak varoluşu ve varoluşun temelini ilişkin haberleri, o idraki barındıran Kur'an ve sünneti anlama çabasıdır.
  • Müslümanlar varoluşu anlamak ve yorumlamak çabalarında oldukları için bu tavır aynı zamanda yeni bir yönelişin de kapısını açmıştır; geçmiş milletlerle ortak olan birikimin farkında olduklarından bir bütün olarak insanlığın mirasını tevarüs etme cihetine girdiler.

Nakli İlimlerin Geliştiği Dönemde Sosyal-Kültürel Çevre

  • Bu tevarüs etme noktasında; her ne kadar Müslümanlar bu üretim faaliyetini başlatmışlar bunun için epeyce bir çaba sarf etmiş iseler de aslında bu faaliyetlerin yapıldığı sırada İslâm'ın temsil ettiği ilmi muhit dışında hakiki bir ilmi muhit yoktu.
  • Bir zamanların görkemli şehri olan Roma yok, İran, Irak, Süryani bölgesi bir zamanlar bir geçiş işlevi görmüş ama Müslümanların bulunduğu zamanda ciddiye alınır bir ilmi muhit olmamıştır. Bu muhitler çok yakın zamanlara kadar devam etmiş olsalar da İslam'ın gürbüzleştiği özellik 700 ile 800 yılları arasında ciddiye alınabilir bir tarafı kalmamıştır.
  • O günkü dünyada hakiki anlamda ilmi havza yalnızca İslam'ın egemen olduğu toplumlarda kurulan genç ilmi havzaydı.
  • Endülüs'ten, Hindistan sınırlarına kadar uzanan bu büyük uzun bölgede İslam ümmetinin temsil ettiği bir ilmi havza var ve bu ilmi havzayı canlandıran disiplinler de Kur’an ve sünnet etrafında gelişen dini disiplinlerdir.
  • İslam şeriatı üzerinde şekillenen bu disiplinler zaman zaman nakli ilimler olarak adlandırılırlar çünkü bunlar nakil üzerine tefekkürle hakikati anlamaya çalışan insanların ortaya koyduğu faaliyettir.

Tercüme Faaliyetleri

  • Geçmiş milletlerin birikimini tevarüs etme çabası aynı zamanda süreç içerisinde İslam dünyasına daha önceki medeniyetlerin verilerini aktarma faaliyetine dönüştü. Bu süreç başında Halife Me’mun tarafından sistemli bir şekilde başlatılan ters tercüme faaliyeti ile başladı.
  • Hicri 200-220 arasında sistemli bir tercüme faaliyeti yapıldı. Mutezile’nin merkezde olduğu dönemde Bağdat merkezli bir faaliyet olarak icra edildi. Halife dışında pek çok zengin bu faaliyeti desteklemiştir.
  • Bağdat canlı bir ilmi muhit olarak bu faaliyete ev sahipliği yapmıştır ve nihayet bu eserler tercüme edilmiştir.
  • Bu eserlerin tercüme edildiği dönem kadim Yunan mirasının, Helenistik dönemin dahi tamamının aktarıldığı bir tercüme faaliyetlerini içerir.
  • Tiyatro eserleri ile şiir eserlerinin önemli bir kısmı hariç ulaşılabilen bütün külliyat Arapçaya tercüme edilmiştir.
  • Tiyatro eserlerinin Arapça’da ya da İslam dünyasında karşılığının olmadığını düşünmüşlerdir, Fars edebiyatının, Arap şiirinin güçlü oluşu buna bir ihtiyaç hissetmemiş olmalarına neden olmuş olabilir.

Akli İlimlerin Oluşumu

  • Bu eserlerin çevirisi ile birlikte İslam dünyasında bir bilim adamları ya da filozoflar cemaati oluştu, bundan önce böyle bir cemaat yoktur.
  • Çevirileri yapanlar tarafından filozoflar cemaati kuruldu üstelik çevirinin ilk musahhihi olan da Ebu İshak el-Kindi aynı zamanda İslam'ın ünlü filozoflarından birisi haline gelmiştir.
  • Beklenmedik bir şekilde çeviri eserler kendi bilim adamları çevresini oluşturdu ilk kez İslam dünyasında kaynağı İslam dışında olan bir bilimler külliyatının geleneği ortaya çıktı.
  • İslam'da şeri ilimlerin ne zaman oluştuğu, kimler tarafından oluşturulduğu, külliyatının neler olduğunu İslam düşüncesi içinde takip edebiliriz.
  • Lakin akli bilimlerin öncesi İslam'da değildir, İslam öncesi dönemdedir Yunan'a Keldaniler’e, Zerdüşt’e kadar uzanır.
  • İslam dönemi, felsefenin müteahhirun dönemine işaret eder. İslam, insanlık tarihinin moderni olarak ortaya çıkmıştır.

Tercümeler Sonrası

  • Müslümanların, özellikle kelamcıların tercüme edilen külliyatın epistemik cemaatini üretmesini kendi aleyhinde değerlendirdiğini söylemek mümkündür.
  • Onlar aslında felsefi külliyatın içerisinde olan bilgiyi daha öncesinde kullanabiliyorlardı ama kelamcıların rakibi olan bir epistemik cemaat tarafından sahiplenilince, akli ilimlerin oluşumunu aynı konular hakkında onlardan başka türlü, yöntemler temelde aynı olsa bile başka ilkelerle ve bilgilerle şekillenen konuşma tarzına dayalı bir ilimler mecmuası olarak değerlendirdiler.
  • Bu iki disiplinin birleşmesini iki şey engelledi; biri yeni epistemik cemaat ile kelamcılar-dini ilimlerle uğraşanlar arasındaki ayrım, ikincisi ise araştırmaların temel ilkelerinin farklılaşması.
  • Her ikisi de hakikat araştırması yapıyor olmasına rağmen aralarındaki irtibat çeşitli yüzyıllara yayılacak şekilde kuruldu. Bu iki disiplin arasındaki birliğin zeminini normalde “mevcud” araştırması oluşturur.

İlimleri Tedvin Faaliyeti

FARABİ

  • İslam dünyasında bu ayrılmayı ortadan kaldırmaya çalışan iki büyük girişim olmuştur. Dini ilimlerin medeni ilimler grubunun alt birimi haline getirilebileceğini öne süren Farabi, felsefi ilimleri bilim olarak tanıyıp, dini ilimleri bilim olarak kabul etmediğinden, medeni disiplinlerin alt birimine dönüştürmüştür.
  • Farabi’nin çözümü felsefi ilimler lehine bir çözümdür. Dini ilimleri de Müslümanların varoluş çabasını yansıtan ilimler olarak görmüştür.

İBN SİNA

  • Bu iki teşebbüsün de İslam düşünce tarihinde bilimlerin birbiriyle ilişkilendirilmesi ve birleştirilmesi hususunda çok derin bir etkisi olmuştur.
  • Farabi'nin çözümü nübüvveti felsefeye, metafiziğe mülhak saymak ve nübüvvetten kaynaklanan bilimleri de metafiziğe mülhak olacak şekilde siyaset biliminin parçası yapmaktır.
  • Farabi'den sonra filozoflar bu sistemi tevarüs etmişlerdir. Bunda da daha sonra İbn Sina'nın müdahalesiyle esaslı bir değişiklik yapılmıştır. 
  • İhvan-ı Safa’da, Amidi’de görülen ama İbn Sina’da sistemleşen önemli bir gelişme vardır. “Peygambere ittibâ eden bir kimse salih davranışlarla donanıp selim bir kalple salih ameller işlediğinde bu kimsenin hakikat ile temasa ne olacak?” sorusuna Farabi'nin verdiği cevap net ve uzun değildir. İbn Sina böyle bir kimsenin hakikat bilgisini yani metafizik bilgiye ulaşabileceğini düşünmüştür. İbn Sina'nın Makâmatu'l Ârifîn'i böyle bir durumu anlatır.
  • İbn Sina ile birlikte ilk kez nübüvvete ittibâ eden insanlar arasında sufiler, metafizikçi filozoflarla birlikte yer almaya başlamıştır.
  • İbn Sina ile belirgin bir şekilde felsefi düşünce geleneği ile dini düşünce geleneği zümresinden bir grubun hakikate ulaşabileceği kabul edildi.
  • İbn Sina sonrası yazılan felsefi gelenek tasnif kitapları tasavvufun dini ilimler içerisinden hakikat araştırması yapan bir zümre olduğunu mutasavvıfların da hakikaten ulaşan bir zümre olduğunu teslim ederler.

GAZALİ

  • Gazali’ye göre; gerçek anlamda bilim, hakikat bilgisi dediğimiz şey Allah'a ilişkin bilgidir, hakikat bilgisine ulaştıracak şey de tanımı gereği insanı kulluğa götüren davranışlarımız ve tercihlerimizdir.
  • Gazali, fıkıh, kelam, hadis gibi bütün dini ilimleri, dünyevî ilimlere dönüştürür. Hadislerin kendisini değil ama hadis bilimini dünyevileştirir. Kelam, fıkıh dini ilim değildir. Bunlar hayatı organize ederler.
  • Felsefenin metafiziği, kelam seviyesindedir. Felsefe, matematik ve diğer bilimler, onlar da işte bu dünyada hayatımızı idame ettirmek için lazım olan bilgiler kümesini oluştururlar.
  • Bu büyük proje aslında bilimlerin tamamının konumunu eşitleyen, dini olmakla akli olmak farkını tamamen ortadan kaldıran, bunların tamamını aynı zamanda insan aklı ile üretilen ve hayatımızı, dünyada bulmuşumuzu, hayatımızı kolaylaştırma, dünyayı yaşanır hale getirmeye yarayan disiplin olarak dikkate alma üzerine kuruludur.
  • Gazali’ye göre bunları araştırmak ve geliştirmek ne insanı Allah'a yaklaştırır ne de insanı Allah'tan uzaklaştırır. Tanımı gereği bunlardan hiçbirine kabil değildir.
  • Hakiki bilgi ise yalnızca ve yalnızca tanımı gereği Allah'a yaklaştıran bilgidir ve muamele ve mükâşefe olmak üzere ikiye ayrılır.

Dini İlimler Tasnif Geleneği

  • Bu tasnif geleneğinin zirvesinin İbnu'l Ekfani olduğu düşünülür. İbnu’l Ekfani, tasavvufun konumunun ayrıcalıklı olduğunu belirterek ilerler. 
  • Dini ilimler tasnifi geleneğinde Gazali'nin ağırlıklı bir konumu vardır ama etkisi tasnifi kendine yönlendirmek değil sistemli bir şekilde diğerlerine sevk şeklindedir.
  • Tasnif geleneğini, bilimlerin birliğini vurgulayacak şekilde birleştirecek tarzda sonraki dönemde Taşköprüzade'nin Miftahu's-Saade'sinde anlatılır.
  • Mesele bilimlerinin hakikat araştırması yaptığını tanıma ve aynen felsefî bilimlerde olduğu gibi din bilimlerinde insan iradesinden bağımsız olan varlık alanı ve insan iradesi ile meydana gelen varlık alanını inceleme ve bunların disiplini şeklinde kurguladığı üzerine kuruludur.

Sonuç

  • Öncüller ne denli farklı olursa olsun inceledikleri konular arasındaki birlik akli ve nakli ilimler arasındaki irtibatın temelini oluşturur.
  • Bu disiplinler arasında güçlü bir irtibat vardır ve tarih boyunca birbirlerinden mesele transfer etmişlerdir.
  • Felsefe geleneğinin en önemli sorunları, dini düşünce geleneğinin sorunlarının felsefe geleneğine transfer edilmesi ile ortaya çıkmıştır. Örneğin İslam düşünce tarihindeki en önemli teorilerden birisi olan Nübüvvet Teorisi, nübüvvet probleminin felsefeye taşınması ile ortaya çıkmıştır.
  • İnsanlık tarihindeki en özgün bilim tasniflerinden birisi Farabi'ye aittir, bu tasnif yeni bilimlerin konumunu nasıl anlaşılacağı sorunu sonrası ortaya çıkmıştır.
  • İslam düşüncesindeki en önemli ayrıntılardan biri olan zorunlu-mümkün varlık ayrımı, dini araştırma yapanların metafizik düşünceden beklentilerinin sonucunda ortaya çıkmıştır.
  • Yunan düşünce geleneğinden tevarüs edilen felsefi ilimler Gazali ile beraber dini ilimlerin içerisine girmiştir. Farabi ve İbn Sina ile Yunandan elde edilen malzemeye Gazali ile İslam düşüncesi kendi şeklini vermiş, kendi klasiklerini çıkararak Yeni Ontoloji oluşmuştur.
  • Epistemoloji bu yeni medeniyetin beklentilerine göre yeniden şekillenmiş, delsefi ilimler külliyatı modernize edilmiş ve bu külliyatın dini ilimlerle irtibatını modernize etme zamanı gelmiştir.
  • 5. yüzyıldan itibaren felsefi tezler, dini ilimlerin içine girmeye başladı. Bundan dolayı dini ve akli bilimler külliyatı her ne kadar ismen varlığını korumuşsa da Râzî'den itibaren gerçek bir bilim olmuştur.
  • Bu tercümelerin ilk hedeflerinden biri olmasına rağmen ancak Razi'den itibaren bu amaca ulaşılabilmiştir. Razi ile birlikte kelam ve felsefe tek bir metin halinde yazılabilmiştir.
  • Gazali'de başlayan felsefi ilimlerin tamamının yöntemi olan mantık, fıkıh usulünün, kelamın mukaddimesi haline geldi aynı zamanda diğer disiplinlerde kullanılmaya elverişli bir yapıya dönüştürülmüştür.
  • 6. yüzyıldan itibaren dini ilimlerle aklî ilimlerin her birini aynı kitapta anlatacak bir birlik oluşmuştur. Bilimlerin Birliği projesi bu sebeple ufuk olarak Gazali'ye, tatbik olarak Razi'ye aittir.
  • Müteahhirûn dönemin 3. yüzyılı bilimlerin birliği dönemidir. Bilimlerin birliği, literatürün, yazın tarzlarının kaybolması, buharlaştırılması anlamına gelmez. Bütün bilimlerin nihaî gayesi dikkate alınarak birleştirilmesi kastedilmektedir.
  • İslam düşüncesi 13. yüzyılda bir bilimlerin birliği projesi geliştirmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Bundan dolayı 13 yüzyılı, tasavvuf tarihi, kelam tarihi, felsefe tarihi yazmadığımızda yazmaya başlayacağız. Yani ne zaman teoriler üzerine yazmaya başlarsak İslam düşünce geleneğinin en önemli periyodunu gerçek anlamda yazmaya başlayacağız.

Hazırlayan: Meryem Şahin

 

Videolar