İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Dilbilimlerinin İslami, Sosyal ve Tabii İlimlerle İlişkisi ve Bütünlük Sorunu
Soner Gündüzöz


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 8 Şubat2021

Nahiv ve Lahn

  • El-Arabiye cahiliye devrinde de kullanılan Arapçayı ifade eden bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Nahiv ise daha teknik bir kavramdır. Erken dönemde nahiv dediğimiz alan aslında sadece bugün anladığımız manadaki nahvi, grameri, cümle kontekstini ifade etmez. Nahvin içerisinde sarf da vardır, ilk dönem kitaplarında şiir tahlilleri de vardır, belagat unsurları da vardır dolayısıyla da nahiv kavramının aldatıcı bir kavram olduğunu söyleyebiliriz.
  • Nahiv ilk dönemde ortaya konulması itibarıyla süreçteki nahivden ayrılır. Arapça ilimler skalasında temelde 8 veya 12'ye kadar çıkarılan bir ilimler manzumesi vardır. Bunların içerisinde Eyyamü’l-Arap gibi, aruz gibi birtakım unsurlar da var ama en temel iki alan olarak nahiv ve sarf kabul edilir.
  • Hicri 2, 4 ve 6’yı 7’ye bağlayan yüzyıllar Arap nahvinin ve belagatinin, genel olarak el-Arabî ilimlerinin teşekkülü, canlılığı ve diğer İslami disiplinlerle irtibatının yoğunluğu bakımından çok önemlidir.
  • Nahvin serencamı, lahn dediğimiz dilsel yanlışlarla başlamıştır. Lahn dediğimiz olgu aslında Arapların doğal konuşma biçimine aykırı her türlü dil kullanımıdır ki bugün buna gramer yanlışı denilmektedir. Bu lahn olayı nahvi tetiklemiştir yani nahiv erken dönemde hicri 1. yy. içerisinde ortaya çıkmaya başlamıştır. Hz. Peygamber dönemine kadar bu yanlışlar götürülür ama onların çok yaygın olmayan yanlışlar olduğunu söyleyebiliriz. Fakat özellikle İslamlaşma sürecinde Acemlerin, İranlıların, Türklerin, Hintlilerin Arap coğrafyasına dâhil olması ile bu yanlışlar artmıştır.​

Nahiv İlminin Oluşumu

  • Tevbe Suresinin 3. ayetinin rasulihi şeklinde okunması, Allah’ın hem müşriklerin ithamlarından hem de Resulünün ithamından –haşa- uzak olduğunu ifade etmek gibi bir anlam kaymasına yol açtı çünkü i’rab harekesi burada da çoğu yerde olduğu gibi bir anlam belirleyici olduğu için, manada ciddi bir tartışmaya neden oldu. Bu olaydan sonra devlet eliyle nahiv kurulmuştur. Kur'an-ı Kerim'in korunması, kıraatlere sirayet eden yanlışların ortadan kaldırılması için Hz. Ali bir taslak hazırlayıp bunun gibi nahiv kuralları hazırlamak üzere Ebu Esved ed-Düeli (h. 69)’ye görev vermiştir.
  • Ebu Esved ed-Düelî de âlim olarak bu nahvî kuralları toplamış ve bir sahife olarak Hz. Ali'ye sunmuştur. İbn Nedim el-Fihrist’te bu olayı “erken dönem bibliyografik kaynağımızdır” şeklinde aktarmaktadır.
  • Nahiv aslında yol yöntem demektir, bir yöntem ve metodoloji iddiası vardır. Ebu Esved ed-Düeli’nin sahifesi İbn Nedim'in el-Fihrist’i üzerinden bize gelmiştir.
  • Müstakil olarak bir buçuk sayfalık bu sahifeyi elimize aldığımızda tamamen gelişigüzel unsurlar içerdiğini söylememiz yanlış olur. Aslında bu sahife çok iyi kurgulanmış, uzun uzadıya düşünülmüş ve ciddi manada belli bir nazari teorik zemine oturan bir sahifedir.
  • Bu sahifede âmil teorisi diye bir teori vardır. Burada lealle unutulmuştur ve Hz. Ali tarafından eklenmiştir.
  • Âmil nazariyesi yani bir amel edici, eylem yapıcı unsurun ki bu aslolan fiildir,  kendisinden sonraki üzerinde etki etmesi onun i’rab harekesini değiştirmesidir.
  • Nahvin aslında temel enstrümanlarından birisi de kuvve teorisidir. İlk sayfada kuvve teorisi de vardır. İnne nin amelinin açıklanması kendisinden sonraki isimler üzerinde nasb ve ref amelinin olması zımnen aslında bizim nahiv kitaplarındaki İlel Teorisi dediğimiz yani her dil olgusunun bir gerekçesinin olduğuna dair temel bir teoriyi de besler.
  • Özetle Ebu Esved ed-Düeli’nin Hz Ali’ye takdim ettiği sahifede kendisinden sonra geleneksel nahvin üzerine kurulduğu âmil teorisi, kıyas teorisi, kuvve teorisi dediğimiz teori vardı.
  • İlk sahifede Kuran-ı Kerim’in lahn etkisinden korunması için nahiv dört tane temel nazariyeye dayandırılmıştır. Ondan sonra gelişecek olan bütün bir nahiv tarihi aslında bu dört teori üzerinden şekillenmiştir.

Hicri 2. Asırda Nahiv Faaliyetleri

  • Halil bin Ahmed el-Feraidi’nin (v. h.175) Arap düşüncesine ve İslam düşüncesine (el arabiyye mantığı içerisinde) armağan ettiği en önemli eserlerden biri Kitabu’l-Ayn’dır. Kitabu’l-Ayn bir sözlüktür. Bu sözlüğün aslında Arap aklına mı ait olduğu yoksa Hint geleneğinden mi beslendiği hususu tartışmalıdır.
  • Halil bin Ahmed’den önce monografik sözlükler, garibu’l-Hadis ve garibu’l-Kur’an eserleri olmakla beraber, genel bir sözlüğü ortaya koyabilecek bir sistemi kuran hiç kimse çıkmadı. Bu yönüyle kendisi dâhidir. İkinci olarak aruz ilminin kurucusu olması hasebiyle, nahiv ve vezinler noktasında matematiksel ve müzikal bir zekâya sahip olması hasebiyle bir dâhiydi.
  • 2. yüzyılda Halil bin Ahmed, Kitabu’l-Ayn’da anagram sistemi dediğimiz bir sistem geliştirdi. Biz buna tekalib teorisi diyoruz. Ketebe, beteke, bekete, tekebe, tebeke gibi harflerin çevirimi, harflerin yer değiştirmesi esasına dayalı olarak bütün kelimeleri Arapçada toplamaya çalıştı ve Arapçada potansiyel olarak 12 milyon tane kelime olduğunu tespit etti.
  • Halil bin Ahmed’in öğrencisi İranlı Sîbeveyh’tir. Sîbeveyh, kendisinden önce yazılmış günümüze ulaşan birtakım kitaplar olmakla beraber ilk gramer kitabı olan el-Kitab’ı yazan kişi olarak kabul edilir.
  • Erken dönemde sözlük biliminde Arapların daha çok işine yarayacak olan kafiye sistemi devreye girmiştir. Kafiye sistemi mesela ketebe fiilinin be harfinden bakılmasını gerektiren bir sistemdir.
  • Kafiye sisteminde son harfin esas alınmasının sebebi Arap birikiminin aslında şiir birikimine delalet etmesidir. Dolayısıyla ilk sözlükler şairlere yönelik olarak gelmeye başlamıştır.
  • İbni Cinnî yine bu harflerin çevirimini esas alarak filolojide Büyük İştikak Teorisi diye bir teori kurmuştur. Arapçada pek çok kelimenin manasının büyük iştikak teorisi çerçevesi içerisinde şekillendiğini söylemiştir.
  • Hicri 2. yüzyıl, 4. yüzyıldaki anlayışlar ibdal teorilerini besledi ve ibdal teorileri hangi harfler hangi harfle yan yana gelebilir, yan yana gelip de tenaful dediğimiz şeyler olmayabilir, anlamlı bir bütün çıkabilir, kelimenin fesadı nasıl sağlanacaktır gibi teorileri ortaya koydu. Bu çerçevede Kitabu’l-İbdal’ler yazıldı. Yani 23-27 tane harfin birbirleriyle rahatlıkla kullanılabileceği ama diğer harflerin kullanılamayacağı şeklinde birtakım harf haritaları ortaya konuldu.
  • Halil bin Ahmed’in Kitab’ul-Ayn'ı yarım kaldı. Bu kitap yine bir devlet adamı olan Leys bin Muzaffer (öğrencisi) tarafından tamamlandı. Ebu Esved ed-Düeli’nin nahiv sahifesinde de devletin ve siyasetin gücü var aslında bu Sibeveyh’in el-Kitab’ında da Abbasi halifesinin desteği vardır. Ancak daha sonra desteğini çekmiştir.
  • Erken dönemde özellikle ilk iki yüzyılda nahvin ilişkili olduğu temel alanlardan birisi de mutlak manada kıraattir. Kıraat, nahivcilerin dil kuralının bir şahitle, bir örnekle desteklenmesi yolunda birtakım referans metinler getirmeyi ifade eden istişat kavramı ile yakından ilişkilidir. Çünkü Kur’an kıraatleri Kur’an ayetleri nahivcilerde tıpkı Arap şiirinde, Arap eserlerinde olduğu gibi dilciler arasında bir şahittir.
  • Nahivciler tikel örneklerden yola çıkarak tümevarım yöntemine yönelik bir kıyas ameliyesi gerçekleştirmek durumundadırlar. Örnek ne kadar çok olursa onun üzerinden kıyas yapabilir, tikelleri toplayıp tümele gidebilirler. Bu aslında Aristoteles mantığı değil nahvin kıyasıdır, tikellerden tümele gitmedir.
  • Aslında bu bir yönüyle fıkhın kıyasına benzer fakat kendisi içerisinde birçok tikeli yani kelam dediğimiz konuşma örneklerini içermesi ki bu kelam olarak dediğimiz konuşma örnekleri de sadece ve sadece hicaz bölgesindeki belli lehçelerden alınabilecek malzemeyi ifade eder. Biz bu malzemeyi toplamaya sema-derleme yöntemi diyebiliriz. Derleme yönteminde tikel unsurları toplayarak bu sema yönteminin akabinde kıyas yaparak, malzemeyi birbiriyle karşılaştırıp analoji yaparak tümele ulaşacağız.
  • Nahvin kıyasını Aristoteles mantığının kıyasından ayıran temel unsur, nahvin kıyasının doğrudan doğruya sema yöntemi yani Arapların fasih olduğu kabul edilen lehçelerinden alınan malzemeye istinat etmesi, onu referans almasıdır. Hâlbuki Aristoteles mantığındaki referans alanı bu değildir. Dolayısıyla da bu yönüyle nahvin kıyası kendine özgü bir yapı içerisinde sema ve kıyas yönteminin teşekkülü ile ilerlemektedir.
  • Sîbeveyh istishab yönteminde fasih Arap lehçelerindeki dil malzemesini birinci sıraya koydu. İkinci sıraya Arap şiirini koydu 3. sıraya Kur’an’ı koydu. Bu Kur’an’ı Kerim’in muciz olmadığına inandığından değil sadece geniş bir yelpazede referans alanına sahip olmasıyla ilgilidir. Bunu ayırmak gerekir, müsteşrikler bunu tam anlamamış ve Kuran’ı Kerim’de gramer hatası var demişlerdir ve anokranizm yapmışlardır.
  • Hicri 2. yüzyılda nahvin genel ilgisi kendi içine kapalı bir şekilde kendi dil alanlarıyla yani Arap şiiriyle kafiye ile eyyamu’l-Arapla, kısmen mesellerle belirli bir sistematiktir ve bir yöntem arayışıdır. Bu yöntem arayışında amil teorisi ki şekilsel bir olgu olarak kuvvet teorisinin de etkisiyle yani bir fiilin kendisinden sonraki kelimeleri anlamına bakılmaksızın etkilemesi şeklinde gündeme gelecektir ve semantiğe aykırı bir şekilde bu devam edecektir.
  • Amil teorisi zamanla semantiği anlam teorilerine baskılamıştır. Sîbeveyh’in ilk altmış sayfasında anlam teorisi ile ilgili önemli bilgiler vardır. Ama Sîbeveyh sonrasında bu anlam teorileri baskılandı ve amil teorisinin hegemonyası alanına bıraktı. 2. yüzyıldaki bu temel yapıda Ebu Huzeyl el-Allâf’ın atomculuk teorisini zikretmeliyiz. Dilciler genellikle nahvin tarihini ve belagatin tarihini anlatırlarken maalesef nahvi kapalı devre bir sistem gibi görürler. Hâlbuki nahiv kapalı devre bir sistem değildir.   Ebu Huzeyl el-Allaf'ın yaşadığı Basra’da atomculuğun tartışıldığı bir ortamda nahvin bunlardan kayıtsız kalması düşünülemez.

Hicri 4. Asırda Nahiv Faaliyetleri

  • 4. yüzyılda yapılan işin birtakım farklı ilmi disiplinleri bir araya getirme projesi olduğunu söyleyebiliriz. Mesela özellikle İbnu Serrâc (v. h. 316)’ın Kitabu’l Usul adlı 4 ciltlik bir kitabı vardır, kendisi geleneksel olarak nahvi kıyasa dayandıran bir sistemle nahiv usulü yazmaya çalışmış ama bu sistemine ittisal dediği bir kavram da eklemiştir. İttisal kavramı bugünkü paradigma yapısına denk düşen bir kavramdır.
  • 4. yüzyılda yaşayan Rummanî’nin iki önemli kitabı vardır biri Kitab-ı İştikak, diğeri Kitab-ı Hudut. Bizim daha çok ilgimizi çeken Kitab-ı Hudut, bir tanımlar kitabı, rasyonel mantık kitabı, aynı zamanda bir nahiv kitabıdır. Gazali'den önce rasyonel mantığın tanımlamalarını ve birtakım kavramları, rasyonel mantığın terimlerini mevzu gibi terimleri nahve taşıdı. Rummanî, bütüncül bir proje inşa etmeye çalışarak nahiv ile bu alanı birleştirme çabası içinde olmuştur.
  • Rummanî nahvi sadece rasyonel mantıkla sınırlandırılmıştır ama genel manada diğer İslami ilimlerle onu bir arada tahayyül etmemiştir dolayısıyla da bu konuda bir zaaf olmuştur ve Rummanî, başarısız olmuştur.
  • Ayrıca 4. yüzyıl birtakım farklı tartışmaların ve mezhep tartışmalarının da yaşandığı bir yüzyıldır. 4. ve 5. yüzyılı birbirine bağlayan süreçte nahvin amil teorisi ile semantik olarak baskılanması müstakil bir yapıya dönüşmesine neden olmuştur.
  • İbnCinnî hem Mutezilî bir kelamcı hem de bir nahiv usulcüsüdür. O el-Hasais’de nahvi ve nahiv usulünü fıkıh usulünden çok kelama yakın görüyorum diyerek nahvi kelama yaklaştırmıştır. Artık Mutezile’nin devrede olması hasebiyle nahiv kelamlaşma sürecine girmiştir, teoloji ile nahvi birleştirme çabası görülmektedir.
  • İlk iki yüzyılda hadis kavramları, kıraat ve birtakım unsurlar kullanıldı, rasyonel mantığın nahve sızma teşebbüsleri oldu ama 4. yüzyılda hem rasyonel mantık Kitab-ı Hudut’la nahve sızdı hem de İbn Cinni’nin el-Hasaye’sinde görüldüğü gibi kelam nahve eklemlenmeye başladı.
  • Aslında işin rengini belâgatle ve ehl-i sünnet din çerçevesi görüşü içerisinde değiştirecek olan kişi Kadı Abdülcebbar’dır. Kadı Abdülcebbar’ın 20 ciltlik el-Muğni adlı kelam kitabı vardır ama içerisinde fıkıh usulü, icaz, belagat bulunmaktadır. Mutezile’nin devreye girdiği noktada nahvin icaz ile birleşmesi icazın ortak bir payda olarak kelamı nahiv ile birleştirmesi ama aynı zamanda birtakım başka unsurları devreye sokarak nahvin belagatin ve kelamın birlikteliği söz konusu olmuştur.
  • Dil, kendisinden önce İbn Kuteybe gibi şahsiyetler tarafından ehlisünnet geleneği çerçevesinde ontolojik bir hakikat olarak görülüyordu. Kadı Abdülcebbar bu denklemi bozarak dili ontolojik alandan epistemolojik alana itmiştir.
  • Diğer taraftan ibdal teorisi dediği bir teoriyle bugün paradigmatik yapı diyebileceğimiz yani uygun kelimelerin seçimi olgusunu beşeri akla yöneltmiştir. Burada kelimeye değer atfının, husün ve kubuh olgusunun Sibeveyh’teki gibi ontolojik bir düzlem olmadığını, beşeri bir algıda epistemolojik bir düzlem olduğunu söylemiştir.
  • Eylemsel bir epistemoloji diyebileceğimiz Kadı Abdülcebbar’ın gerçekleştirdiği bir şeyi lingüistik epistemolojiye dönüştüren Abdulkâhir el-Cürcânî’dir (v. h.471). Abdulkahir el-Cürcani’nin kaynaklarda hiç zikredilmeyen ahval teorisinden etkilendiğini düşünülmektedir. Ahval teorisi Allah'ın sıfatları konusunda, cevherle arazı birbirine bağlayan üçüncü bir tezahür yani suret olgusunu yerleştirmiştir.
  • Ahval teorisinde cevher ve arazın birleşimini hal kavramı ile ifade etmiştir. Bu hal cevherin ve arazın birleşiminin bir tezahürüdür. Buradaki temel paradigmayı alarak Abdulkahir el-Cürcani ahval teorisini doğrudan doğruya lafız ve mananın birbirleri ile olan ilişkisinde üçüncü bir kavram alanı yani ahval dediğimiz şeyin yerine suret kavramını yerleştirmiştir. 4. yüzyıldan 5. yüzyıla akış içerisinde Abdulkahir el-Cürcani kelam ilminden sonuna kadar yararlanmıştır.

Hicri 6. Ve 7. Asırda Nahiv Faaliyetleri

  • Sekkakî (v. 626) Abdülkahir el-Cürcanî’nin yolunu devam ettirdi. O nun yapmak istediği şey dili beşeribir alana transfer etmek, bu alanı nazım teorisi ile inşa etmek idi. Sekkakîbunu bütüncül bir modele dönüştürmek istedi ve kendi Miftahu’l Ulum adlı eseriyle nahiv, sarf, belagat, cedel ve rasyonel mantığı buna dâhil ederek kendisine uygun olarak öncü bir bilim anlayışı ortaya koydu. Bu öncü bilim bütün ilimleri yönlendirecek bir ilim idi. Mantıktaki telazum kavramıyla yakından ilgisi olan iltizam dediği bir teori ortaya koydu. Bu çerçevede gerçekten Taftazanî ve Kazvinî gibi birtakım kişileri etkiledi ve etrafında belki iki bin tane şerh ve haşiye yazılan bir koleksiyona neden oldu.
  • Sekkakî’nin başarısının bu kadar büyük bir hacme rağmen sınırlı olduğu ifade edilmelidir. Asıl başarı yine aynı yüzyılda ama özellikle 5. yüzyıla doğru kendi temel dinamiklerini alan mütekellim fıkıh ekolünden gelmiştir. Mütekellim fıkıh ekolünün temel değerlendirmesini şu şekilde yaparız: mütekellim fıkıh ekolü bugün de ihtiyaç duyacağımız bir çerçeveye oturuyor. Çünkü bu ekolde bir taraftan Kadı Abdulcebbar’ın el-Umed’i vardır. Ebu’l Hüseyin el-Eş’ari’nin el-Mutemed’i vardır. Bunun dışında Cüveyni’nin ve Gazali’nin eserleri vardır, el- Mustasfa’yı burada zikretmeliyiz.
  • Mütekellim fıkıh ekolü aslında İbn Haldun’un Mukaddime’sinde değerlendirildiği üzere inikâsı edille’nin çöküşü ile başlamıştır. İnikâsı edille temelleri atomculuğa giden bir teoridir. Temel olarak delilin butlanıyla medlulun butlanı şeklinde açıklanabilir.
  • İn’ikâs-ı edille’nin çöküşü ile insanlar bütüncül diyebileceğimiz bir arayışa yönelmişlerdir. Çöken in’ikâs-ı edilenlin yerine matematiksel bir sistem koymalıyız bu sistem ne olabilir sorusunun cevabı aranıyordu.
  • Bu sancı yaşanırken mütekellim fıkıh ekolü kuruldu. Kelam, fıkıh, rasyonel mantık ve el-Arabiyye’yi içine alarak İslami 4’lü bir öncü bilim arayışı ortaya konuldu. Burada etkili olanların bir kısmı İbazî bir kısmı Zahirî, bir kısmı Eş’arî, bir kısmı Mutezilî’dir.
  • Burada en önemli şahsiyetlerden biri kuşkusuz Gazalî’dir. Gazalîiçin nahiv ve belagat tarihi açısından hiçbir değerlendirme yapılmadığını görüyoruz hâlbuki bu noktada önemli adımlar atmıştır. Gazalî4. yüzyılda Rummanî’nin formel mantığını nahve dahil etme projesindeki başarısızlığına rağmen formel mantığı bir matematiksel sistem olarak İslami düşünceye dahil etmiş ve pek çok eser yazmıştır. Bu eserlerin birçoğu mantık kitabıdır.
  • Böylece mantığı İslam düşüncesinde meşrulaştırdı, bu meşrulaştırma çabası aslında dil alanında da ciddi tezahürler meydana getirmiştir. Gazalî, Kadı Abdülcebbar, Eş'arîve Cüveynî dörtlüsünden sonra mütekellim fıkıh ekolünde ortaya çıkacak iki önemli şarih vardır. Bunlardan birisi Fahreddin Raz3i(606)’dir. Diğeri vefatı daha geç olan Seyfüddin el-Amidî (636)’dir.
  • Amidî’ninUsulu’l Ahkâm kitabında konular 4’lü bir sisteme oturtulmuştur: 1- fıkıh, 2- kelam, 3- el-Arabiyye, 4- rasyonel mantık.
  • Fahreddin Razî dili ontolojik yapıdan beşeri yapıya nakleden bir âlimdir, bütün eserlerinde bunu başarmıştır.
  • IbnSerrâc nahiv alanını bir yönden amil teorisiyle diğer yönden ittisal teorisi ile aşmaya çalışmıştır.
  • İbn Mâlik nahiv alanını sistematik bir şekilde destekleme arzusu duymuş ama o aynı zamanda semaya da çok önem vermiştir. İstişhadın ve hadislerin ihmal edildiğini ifade etmiştir.Bugün tedavül denilen veya pragmatiks denilen alana benzer bir modelleme ile istişhad alanından istifade etmiştir.
  • IbnTeymiye ise nahiv alanını hem fıtrat kavramlarıyla hem de amil teorileriyle el-Reddü ala Mantikıyyûn kitabını yazarak mantıkçılara büyük bir tepki göstermek suretiyle matematiksel bir sisteme bağlamaya çalışmıştır.

Videolar