Taha Cabir Ulvâni
(1935 - 2016)


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI  | 5 Mart 2021

Usul Anlayışı

  • Taha Cabir Ulvâni, 1935’de Irak’da dünyaya gelmiş, ilk ve orta tahsilini orada yapmış daha sonra Ezher’in şeriat ve usul-i fıkıh bvefatmünü bitirmiştir. Yüksek lisans ve doktorasını da Ezher’de yapmıştır.
  • Taha Cabir, Râzî’nin el-Mahsul’ünü çok iyi şekilde tahkik etmiş, Riyad’daki bir üniversite bu kitabı basıp İslam dünyasına dağıtmıştır. El-Mahsul, İmam Şafii’nin er-Risale’sinden kendisine kadar gelen usul kitaplarının özeti niteliğindedir. Yani bu kitabın içerisinde er-Risale, Kâdı Abdulcebbâr’ın Usul’ü, Bakıllani, Cüveynî, Gazâlî vardır. El-Mahsul’ün başlıklarını ve içeriğini büyük oranda Mustasfa belirlemiştir.
  • Râzî’den sonra Zerkeşî “Bahru’l-Muhît” adında ansiklopedik bir usul çıkarmış, 7 ciltte kendisinden önceki bütün usulü özetlemiştir.
  • Ulvâni, 1985’te Amerika’ya gitmiş, Faruki’lerle tanışarak Uluslararası İslam Düşünce Enstitüsü’nün mensubu olmuştur. Orada kendisine önemli görevler verilmiştir. 30 kadar kitap neşretmiş, bu kitaplarda daha çok usul ve metodoloji üzerine çalışmıştır. Usulün yenilenmesi meselesini hem kendisinin hem enstitünün gayesi haline getirmiştir. Enstitünün 3. başkanıyken vefat etmiştir.
  • “Kitabu Usulü’l Fıkıh Menhecü Bahsi ve Marife” adında küçük bir risalesi vardır. Bu kitapta iki önemli iddia üzerinde durmaktadır.
  • Birincisi; usulü, sadece fıkhın usulü olmaktan çıkarıp bir sosyal bilimler metodolojisi olarak ortaya koymanın gerekli olduğunu ifade etmektedir.
  • Usul-i fıkıh sadece fıkhın usulü değildir. Nassı anlamak, delalet mebhaslerini çözmek ve oradan bir hüküm çıkarmak, istinbât ve içtihat konusunu anlamak açısından usul-i fıkıh bizim en câmi usulümüzdür.
  • Kur’an, sünnet, insan, vahiy ve kâinat ilimlerini merkeze alarak yeni bir epistemoloji ile usul-i fıkhı yeniden okumamız gerekmektedir.
  • Usul-i fıkhı sadece fıkıh üreten, ahkam istinbâtında yardımcı bir usul olarak değil aynı zamanda bütün İslam ilimlerini anlamamızı sağlayan bir metodoloji olarak okumamız gerekir.
  • İkinci gaye ise; usul-i fıkıh ile sosyal bilimler arasında güçlü bir ilişki kurmaktır. Sadece dini metinleri anlamada değil, sosyal meseleleri, insanı ve toplumu anlamada başvuracağımız bir metodoloji olarak usul-i fıkıh ile çağdaş zamanlarda ortaya çıkan sosyal bilimler, insan ve toplum bilimleri arasında ilişkiler vardır.
  • Usul-i fıkhın bir ayağı nass, bir ayağı vâkidir. Vâki ise sosyal bilimler olmadan anlaşılmaz. Dolayısıyla usul-i fıkhın bütün İslami ilimleri kuşatan bir metodolojiye dönüşmesinin yolu, insan ve sosyal bilimler ile usul-i fıkıh arasında irtibatlar kurmak ve güçlü bir sosyal bilimler bilgisi ile vâkiyi anlamak, yorumlamak ve aradaki köprüleri kurduktan sonra daha büyük metodolojiye gitmektir.
  • Taha Cabir, içtimai usul-i fıkıhçılar gibi taabbüdî olanlar ile muamelatı birbirinden ayırmadan usule daima daha bütüncül bakmamız gerektiğini öne sürmektedir.

Makâsıd Çalışmaları

  • Makasıdü’ş-Şeria kitabının ise diğer makâsıd sadedinde yazılan kitaplardan farklı birkaç yönü vardır.
  • Birinci bölümde; geleneksel usul anlayışımız hakkında bir değerlendirme yapmaktadır ve “ancak bu geleneğin üzerine bir şeyler bina edebiliriz ve geleneksel usulden koparak yeni bir usul ihdas edemeyiz” demektedir.
  • İkinci bölümde;fıkhu’l evveliyat yerine ilmu’l evveliyat (öncelikler ilmi) diye müstakil bir ilimden bahsederek ve “usulü belirlemenin yollarından bir tanesi bir ilmu’l evveliyata sahip olmaktır” demektedir. Müslümanların özellikle bu konuda geride kaldıklarını ve yanlış yaptıklarını ifade etmektedir.
  • Çağdaş makâsıdçılardan farklı olarak Cabir, pek çok açıdan tartışılan üçlü makâsıd sistemini kurmuştur. Bütün kitaplarını ve makalelerini de bu üçlü makâsıd üzerine bina etmiştir: tevhit, tezkiye ve umran.
  • Tevhid, İslam’ın en büyük maksadı ve gayesidir. Fakat Faruki’nin ve bu enstitünün tevhide bakışında çok önemli bir farklılık vardır.
  • İdeolojik selefilik ile bu insanların düşüncesi arasındaki farkı görmek istiyorsanız İsmail Faruki’nin Kitabu’t-Tevhid’i ile İbnü Abdülvehhab’ın Kitabu’t Tevhid’ini mukayese edebilirsiniz.
  • Abdülvehhab’da tevhidi anlamak için gözlerinizi göğe dikmeniz, semaya ve nassa bakmanız gerekir. Faruki’de ise tevhidi anlamak için evrene, kâinata,  bütün insanlığa, bütün zerrâta bakmak gerekir.
  • Abdülvehhab’da tevhid sadece akâiddir, Faruki’de evrensel dünya görüşüdür.
  • Abdülvehhab’da tevhid sadece Allah’ın zâtı ve insan arasındaki ilişki iken Faruki’de sanat, felsefe, kültür, edebiyat, medeniyet, her şeydir.
  • İbnü Abdülvehhab’ın Kitabu’t-Tevhid’i ile Müslümanlar asla bir medeniyet kuramazlar ama Faruki’nin Kitabu’t-Tevhid’i ile Müslümanlar daima bir medeniyet kurmaya adaydır ve o iddiadan asla vazgeçmezler.
  • Tezkiye Taha Abdurrahman’ın da en temel kavramlarından bir tanesidir. Risalet misakının üzerine bina edildiği bir kavramdır. Her türlü kötülükten arınmış bir ahlak inşa etmek ikinci büyük makâsıddır.
  • Üçüncü makâsıd olan umran ise kâinatın insan üzerindeki hakkıdır. Bu da bizim yeryüzünü imar etmemizdir.
  • Hud suresindeki ‘‘فِيهَاوَاسْتَعْمَرَكُمْالأَرْضِمِّنَأَنشَأَكُمهُوَ’’ayeti büyük âlimlere büyük kitaplar yazdırmıştır.
  • Mesela Râgıp el-İsfahânî’nin Tafsilu’n-Neşeteyn ve Tahsilu’s-Saadeteyn kitabı adeta bu ayetin tefsiridir.
  • Arka plan okumaları yaparsanız Fârâbî’nin el-Medinetü’l-Fazıla’sı da bu ayetin tefsiridir.
  • Bu ayet Müslümanlarda bir ilmi tedbir ortaya çıkarmıştır: Tedbirü’n-nefs, tedbîru’l-menzil, tedbiru’l-müdun.
  • Bu ayet aynı zamanda İbn Haldûn’a bir tarih felsefesi kurduracaktır ve İbn Haldûn bunun adına umran diyecektir.
  • Taha Cabir’in el-Tecdidü ve’l-İctihad adlı kitabı usule dair kitaplarının bir parçası kabul edilebilir. 
  • Bu kitabı özellikle makâsıd ilminin girişi kabul etmek gerekir.
  • Taha Cabir’in bu kitapta önemli iki iddiası vardır:
  • Birincisinde, Müslümanların Kur’an’a bütüncül olarak bakmadığını ifade ederek, kadim kültürün buna engel olduğunu söyler.
  • Usul bizi daha çok cüzler ve teferruatlarla ilgilenmeye sevk etmektedir. Delalet mebhasleri vs. dil bilimlerinin ağırlıklı olması, irabın öne çıkması gibi hususlarla uğraşırken büyük müfessirlerin Kur’an’ın bütünlüğünü zaman zaman kaybedip ayetleri bu çerçevede yorumlamadıklarını ve bu hataya usulcülerin de düştüğünü ifade etmektedir.
  • Bu iddiasını ispat etmek için de kendisi Kur’an’da bütünlük meselesini ele aldığı Tefrisu’l Kur’an bil Kur’an kitabını hazırlamıştır.
  • İkinci önemli iddiasında ise Müslümanların usulde ortaya çıkan farz-ı kifâye nazariyesini yok ettiklerini, farz-ı kifâye nazariyesini umran ilmine dönüştürmediklerini ifade etmektedir.
  • Müslümanların farz-ı kifâyeyi cenaze namazına indirgediklerini, hâlbuki farzı kifâyeden ümmetin farzları anlaşılması gerektiğini söyleyen Taha Cabir’e göre, ümmetin farzı kişi farzlarından daha büyüktür.
  • Taha Cabir, Kur’an’ın nüzul sürecinde usulün bütün temellerini ortaya koyduğunu, vahyin doğuş süreci ile usulün doğuş sürecinin birbirinden ayrı olmadığını ifade etmektedir.
  • Ulvâni’ye göre Şafii, usulü sadece tedvin olarak ortaya koyma şerefine sahip olmuştur.  Şafii’den 7. asra yani Râzî’ye kadar usul ilminde sürekli yükselen bir eğri söz konusudur fakat daha sonra bu eğri durup donuklaşmıştır.
  • Şâtıbî’nin tecdidi hiç görülmemiş ve 19. asra kadar usulün yükselen eğrisi hiç hareket etmemiştir.
  • Taha Cabir’in Usul Önerisi:

1- Kur’an’la sünneti eşit iki kaynak olarak görmek usulün sistemini bozmaktadır. Kur’an’ı, ahkâmı inşa eden asıl kaynak, sünnetin ise onun örnek tatbikatı olarak okunması gerekmektedir.

2. Kur’an’ı bütünlük içerisinde değerlendirmek ve bu bütünlüğe aykırı hadis, sünnet dâhil hiçbir şeyi kabul etmemek gerekmektedir.

3. Kur’an’ın sünnete hâkimiyetini tespit ve tescil etmek,sünneti Kur’an’a eşit kabul etmemek gerekmektedir.

4. Kur’an evrensel bir metindir, onu yerel ve tarihsel bir metin olarak okuyunca asla usul inşa edilmez.

5. Vâki ile nass arasındaki ilişkiyi doğru kurmak bunun için de sosyal bilimlerden istifade etmek gerekmektedir. İnsanı, vahyi ve kâinatı anlatan ilimler arasında birlik oluşturmak gerekir, bu olmadan vâkiyi anlayamayız, vâkiyi anlamadan içtihat yapamayız.

6. Kadim fıkhımız bugünün fetvalarının kaynağı olamaz, o geçmiş zamanlardan kalan bir kaynaktır. Bugünün her meselesi için İslam ümmetinin yeniden fetvalar ortaya koyması gerekir.

7. İstinbat ve içtihatta teori ile pratik arasında doğru ilişkiler kurmak elzemdir.

Hazırlayan: Merve Nur Türksever