Ziya Gökalp
(1876-1924)


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 06 Kasım 2020

Tanzimat ve Meşrutiyet Dönemindeki Müslüman Âlim ve Mütefekkirlerin Çabaları

  • Osmanlının son döneminde yeni usûl arayışlarına dair çabalar üçe ayrılabilir:

İlki, klasik medrese çerçevesinde kalan bir çabadır. Kadîmi muhafaza etmekten başka hiçbir derdi olmayan, hatta kadîmin kitaplardaki metinlerini nassı haline getiren, en küçük bir itirazı tadlil ve tevsik eden bir tavır hakimdir. Bu tavır, köklerden kopma noktasında bizatihi bu icraatı yapanlar kadar mesuldür.

İkincisi, “bizim kendi usûlümüze bağlı olarak yenilenmemiz gerekir, mevcut usûl bizim ihtiyaçlarımızı görmüyor, biz masâdır-ı asliyeden ayrılmayalım, edille-i şer’iyyeden kopmayalım fakat gidişatımızı dikkate alalım, toplumsal realiteleri, fıkhu’l-vâkiyi dikkate alalım” diyen çabadır.

Üçüncüsü, kadimle yürümemizin mümkün olmadığını, batıdan alacaklarımızı alıp yolumuza devam etmemiz gerektiğini söyleyen çabadır.

  • Bu dönemde, Sebilürreşad, İslam Mecmuası ve İçtihad dergileri karşı karşıya gelmiş, Sebilürreşad dahi klasik medrese hocalarımız tarafından tamamen dışlanmıştır.
  • İçtihad Dergisi daha çok muasırlaşma, garplılaşma tezi üzerinde yoğunlaşmıştır.
  • Ziya Gökalp kendi fikirlerine İslam Mecmuasında Halim Sabit ile yer bulmuş, İzmirli de Sebilürreşad’dan bunlara cevap yazmıştır.
  • Sebilürreşad’daki yenilikçi fikirler hem kudema tarafından hem batıcılar tarafından eleştirilmiştir.

Hayatı

  • Ziya Gökalp Diyarbakır, Ergani’de dünyaya gelmiş, orada okumuş, yetişmiş, seçkin bir ailenin çocuğudur.
  • Abdullah Cevdet, Diyarbakır’a gittiği dönemde onunla tanışmış onun fikirlerinden etkilenmiştir.
  • Ciddi bir medrese tahsili ile iyi derecede bir fıkıh ve usûl tahsili görmüştür.
  • İstanbul’a taşınmış, burada Baytar Mektebinde okumuş fakat ulûm-i İslamiye ile irtibatını koparmamıştır.
  • O dönem Osmanlı medreselerinde içtimaiyat adıyla okutulmaya başlanmış bir alan olan Sosyolojiye ilgi göstermiş, bilhassa sosyal değişimleri nasıl anlamak gerektiğine dair okumalar yapmış ve bu okumalarla medreseden aldığı fikirleri birleştirerek “köklere bağlı olarak yolumuza nasıl devam ederiz” şeklinde bir çaba içerisine girmiştir.

Usûl anlayışı

  • Ziya Gökalp, nasları anlamamızı sağlayan bir nassî usûl ve sosyal hayatı anlamamızı sağlayan içtimai usûl-i fıkıh olmak üzere iki usûl önerir.
  • Nassî usûl ile içtimai usûl arasında bir ilişki kurmayı önerir. Buna göre şeriat-i İslamiye evrensel olarak kalacaktır. Bu usûlü, kökleri semada olan Tuba Ağacına benzetir.
  • Osmanlı hukukunun büyük oranda örf üzerinden devam etmesi, mecellenin örfü dikkate alması gibi sebeplerle örf kavramına İslam geleneğinin atfetmediği bir mana atfeder. Örfü sosyoloji ile sosyal bilimlerle, içtimai hayatla birleştirerek ve değişim kanunlarına örf içinde yer vererek örf ile nass arasında bir ilişki kurar.
  • Usûlün kendi kavramlarına yeni anlamlar vererek bir çıkış yolu aramaktadır. Ona göre, fıkhın birinci membaı Kuran ve sünnettir, burada hiç kimsenin ihtilafı olamaz. Ama ikinci bir membaı vardır ki, fıkhı tatbik ettiğimiz “hayat”tır. Bu hayatı da örf olarak değerlendirir.
  • “Örfler toplumların tekâmül safhalarına göre sürekli değişkenlik arz eder. Örflerin değişkenliği ile nassların sabiteleri arasında sürekli ilişkiler kurarak yola devam edilebilir. İçtimaiyat ilmi bize bu imkânı verir” der.
  • Sosyolojinin müfredata girmesine vesile olmuştur ve kendisine bakanlık teklif edilir.
  • Batıdan öğrendiği sosyolojiyle bizim âlimlerimizin Sünnetullah dediği kavramlar arasında ilişki kurmaya çalışmıştır. Kendi tezini Sünnetullah ile örf arasında ilişki üzerine kurar.
  • Milletlerin bir sabit hukuku vardır, nassa dayanır bir de canlı hukuk vardır. Canlı hukukun kaynağı örftür. Örfe “Aslî memba gibi telakki olunmayan örf, fıkıhlara kendisini başka tariklerle kabul ettirmeye muvaffak oluyordu” diyerek, geleneğin yüklemediği bir anlam yükler.
  • Kendisine gelenekten şahitler getirir ve “İmam Malik de benim dediğimi yapmıştır” der. “İmam Malik amel-i ehl-i Medine’yi dinin kaynağı olarak kabul etti ve amel-i ehli Medine, Medine’nin çarşı pazarında tatbik edilen örfüydü” demektedir. İmam Malik bu küçücük Medine’nin örfünü dinin dayanağı haline getirdiğine göre bu kadar değişen dünyada toplumlara tatbik edilen Sünnetullahı ve onun bir yansıması olan örfü, içtimaiyatı biz neden dinin bir istinatgâhı olarak kabul etmeyelim der ve oradan bir ilişki kurar.
  • Kendisine bir delil daha bulmuştur. Ebu Hanife’nin de kendisi gibi yaptığını söyler. Ebu Hanife de hem örfü kabul etti, yani örfün delil oluşunu kabul etti hem de istihsanı esas aldı.
  • “Aslında istihsan dediğimiz şey benim toplumların hayatlarını üzerine bina ettiğim örften yahut içtimaiyattan başka bir şey değildir” der.
  • Ebu Yusuf’tan, “Eğer nass, örften mütevellit ise örfe itibar edilir” sözünü naklederek kendine başka bir delil daha getirir.
  • Şunu önerir; “İki komisyon kuralım. Bir fakihler komisyonu bir de içtimaiyatçılar komisyonu olsun. Bu iki komisyon beraber çalışsın, beraber içtihat etsin. Ve hem masadır-ı asliyeyi, edille-i şer’iyyeyi kaybetmeden, hem de hayatın değişimlerini kaybetmeden birlikte yeni bir nizam kuralım.”
  • Ancak bu içtima-i usûl-i fıkıh, bu asra nasip olduğu için şimdiye kadar tedvin edilememesi, bunun tesisi vazifesi bu zamanın fakih ve içtimaiyatçılarına kalmıştır. Fakihler ve içtimaiyatçılar diyor, çünkü bunu ne yalnız fakihler ne de yalnız içtimaiyatçılar yapamaz. Bu iki sınıfın ilmî yardımlaşması olmadıkça bu yeni ilmin teessüs edemeyeceğini ifade eder.

Hars ve Örf

  • Ziya Gökalp hars ve örf kavramlarına oldukça ehemmiyet vermiştir.
  • Medeniyet anlayışını “hars” kavramı üzerinden ifade eder ve o da Kur’ani bir kavramdır. Hukuk anlayışını da “örf “ kavramı üzerine bina etmiştir.
  • Örfe dair üç önemli yaklaşımı vardır:

Birincisi, “örfün muhtelif şekillerini ilmen tarif ve tasnif etmek lazımdır. Orada iktisadi örf ayrıdır, siyasi örf ayrıdır, içtimai örf ayrıdır. Yani farklı örfler vardır, bunları tasnif etmemiz lazımdır” diyor.

İkincisi, örfün ahlaki, siyasi, hukuki kısımları vardır ki bunların arasında fark vardır.

Üçüncüsü, örfteki tahavvül ve tekâmülleri tabii hadiselerde olduğu gibi tabii kanunlara tabi olup olmadığı tetkik edilmelidir.

  • Ona göre “Sünenullahi fi’l-kevn, Sünenullahi fi’l-muctema” kavramlarını dikkate alarak yeni bir örf tanımı yapmalıyız ve bu örf tanımı üzerine de içtimai usûl-ü fıkhı bina etmeliyiz.

Tekvin ve Tenzil

  • Musa Carullah’da var olan “Ahkâm-ı Vifâkiyye, Ahkâm-ı İbtidaiyye” tasnifini Ziya Gökalp de yapmıştır, fakat tekvini sadece kâinatta cari olan kanunlarla değil sosyal hayatta cari olan kanunlarla da birleştirir.
  • Kendi ifadesiyle; “Mamafih içtimai usûl-i fıkıh, fıkhın içtimai menbalarını tetkik etmekle beraber hiçbir zaman fıkhın yerini tutmak iddiasında bulunamaz.”
  • “Nasıl ki nass usûl-ü fıkıhta böyle bir davada bulunamamıştır, ifta ve kaza vazifeleri usulcülere değil ahkâm-ı fer’iyyeyi tesis ile uğraşan fakihlere aittir, usulcülere gelince bunlardan birinci kısım nassi usûlcüler, nusus sahasında söz söyleyecekler, ikinci kısım içtimaiyat âleminde fakihlere yol gösterme vazifeleriyle mükelleftirler. Fakihler bu iki usûlün ikisinden de müstağni olamazlar. İkisini beraber alacaklar.”
  • Karâfî’ye dayanarak “ahkam-i diyaniyye-kazaiyye” ayrımı yapar.
  • “Ahkam-ı kazaiyyeyi büyük oranda örf üzerinden içtimai usûl-ü fıkıhla anlarız, ahkam-ı diyaniyyeyi ise daha çok mevcut nasları bize delalet mebhaslerini anlatan usûl-ü fıkıh üzerinden anlarız” der.
  • Bu yorumları büyük tartışmaların fitilini ateşlemiştir.
  • Bu tartışmaların hepsi kurtuluş çırpınışlarıdır, bir kolaycılık yoktur. Bütün meseleleri götürüp ilahi vahyin mahiyetine getiren, tarihsel midir değil midir tartışmalarına gidip bu meselelerden kaçan dünya ile o dönem âlimlerin dünyası farklıydı. Onlar gerçekten bu sorunlarla yüzleştiler.
  • Ziya Gökalp’in, Mansûrizâdenin, İzmirli’nin, Carullah’ın ve Seyyid Bey’in de içlerinde olduğu bu dönemlerdeki usûl arayışlarını bilmemiz lazımdır. Aradan neredeyse 100-110 yıl geçmiş olmasına rağmen hala aynı konuşmaları, tartışmaları yapmaya devam etmekteyiz. 

Hazırlayan: Meryem Şahin