Usul İlminin Bugünkü Durumu - Beklentiler - Muhtemel Gelişmeler


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 08 Nisan 2021

Usul İlminin Bugünkü Durumu- Beklentiler- Muhtemel Gelişmeler

  • Usul ilminin 20. Yüzyılın başlarında kırılma dönemine geldiği safhada geçiş sürecinde iki isim üzerinde önemle durulmalıdır. Bu isimler: Emir es-San’âni ve Şevkâni’dir.
  • Emir es-San’âni’nin “Mezaliku’l-Usuliyyin” isimli risalesi önemli bir eserdir. Bu eserde usulcülerin yaptıkları hatalar ve karşı karşıya kaldıkları problemler konu edilmiştir. San’âni (v. 1768) kendi yaşadığı dönem itibariyle usul ilminin asıl mecrasından çıktığı düşüncesindedir. Ona göre bu ilim, bir takım teorik problemlerden ibaret bir alan haline gelmiştir.
  • Emir es-San’âni’ye göre Kuran’ı Kerim’deki ifadeler nüzul döneminde tabii bir selikayla muhatap olan, o dili bilen herkes tarafından anlaşılmaktaydı. Dolayısıyla dini ilimlerin bu şekilde teorik bir hale çevrilmesi İslami İlimleri safiyetinden uzaklaştırdı. Bu nedenle O’na göre yapılması gereken, bu ilimlerin safiyetine gölge düşüren bilgi ve disiplinlerin bu ilimlerin sahasından çıkarılması, bir tasfiyeye ve sadeleşmeye gidilmesidir.
  • San’âni’nin eleştirileri sadece usul-i fıkıh ilmiyle alakalı değil, genel anlamda İslami ilimlerde kendi döneminde hâkim olan geleneğe yöneliktir. Fakat bu teklifinin, düşünce ve tefekkür imkânlarını daraltmak ve basitleştirmek adına, usul ilminin zenginliğini baltalamak gibi bir neticesi olmuştur.
  • Şevkâni, islami ilimlere dair “Fethü’l-Kadir (فتح القدير), Neylü’l-Evtar (نيل الأوطار) ve İrşadu’l-Fuhul (إرشاد الفحول)” gibi çok kıymetli eserler kaleme almıştır.
  • Şevkâni, San’âni’nin eleştirilerine uygun olarak, bazı konuların normalde bu ilim çerçevesinde yer almaması gerektiğini vurgulamış ve ana akım usulü fıkhın temel kabulleriyle ilgili ciddi şüpheler irad etmiştir. Mesela ana akım usulün belirlediği şekilde bir icma’ düşüncesinin dayanağının olmadığını iddia etmiş ve yine kıyasın ana akım usulde belirlendiği şekilde muteber bir hüküm çıkarma yöntemi olamayacağını söylemiştir. Sadece illeti mansus (منصوص العلة) olan veya nefy-i farık (نفي الفارق) olarak addedilen bazı türlerinin kullanılabileceğini, esasında da bunlara kıyas denmesinin yanlış olduğunu, bunların da nasların delaleti kapsamında ele alınması gerektiğini ifade etmiştir.
  • Bu yaklaşımının tabii sonucu olarak “Doğrudan naslarla irtibatlandırdığınız şey dine dâhildir ve muteberdir. Onun dışındaki çıkarımların dayanağı yoktur. Bunlar ilim ve din sahasına madud olmamalıdır.” şeklinde bir anlayış tezahür etmiştir. Esasında bu bakış açısı, bazı detaylarda yumuşatılmış olmakla birlikte köken itibariyle İbni Hazm’da en keskin şekilde ifadesini bulan o zahiri bakış açısının çok uzağında değildir.
  • İrşadu’l-Fuhul’de-Şevkâni’nin gündeme getirdiği hususlar bilahare usul telifinde artık yeni bir mecraya geçildiğinin habercisi olarak değerlendirilebilir. Bu konuda öncü olan kitap olarak kendisinden sonra kaleme alınanlara etki eden Muhammed el-Hudarî’nin Usulü’l-Fıkıh (أصول الفقه) isimli eseri burada verilebilir. Muhammed el-Hudarî, bu kitabında telif açısından şunları yapmıştır; öncelikle o mantık konularını bu kitabın kapsamından çıkarmış, dille alakalı tartışmaları önemli ölçüde azaltmış ve ihtilafların önemli bir kısmında telif edici bir dil kullanmıştır.
  • Ahmed İbrahim Bey, Abdülvehhab Hallaf, Muhammed Ebu Zehra, Abdülkerim Zeydan, Zekiyüddin Şaban ve Ali Haseballah isimler kaleme aldıkları eserlerle bu çığırın önemli takipçileri olmuşlardır. Bu eserlerde, Arapça, mantık ve kelamla alakalı birçok mesele çıkarılmış, birçok konuda ihtilaflar basitleştirilmiş ve şekilsel bir mesele olarak takdim edilmiştir. Yani bu eserlerde tekçi bir doğru anlayışını ön plana çıkaran ve ona ulaşmaya çalışan bir yaklaşım bulunmaktadır.
  • Ülkemizde de Seyyid Bey ve İzmirli İsmail Hakkı’nın usul-i fıkha dair önemli çalışmaları bulunmaktadır.  Bu eserlerde maslahat, örf, içtihat ve taklid kavramlarıyla ilgili klasik usulün çerçevesini aşmaya yönelik değerlendirmeler mevcuttur.
  • Daru’l Fünun Hukuk fakültesinde öğretim üyesi olduğu bilinen Hüseyin Naci’nin “Usul-i fıkıh nasıl tedris edilmeli?” başlıklı 1925 yılında kaleme alınan bir makalesi vardır. Bu makale oldukça dikkate değerdir. Hüseyin Naci, bu makalesinde “usul ilmine ihtiyaç yoktur ve bu ilmin kaldırılması gerekir” görüşünü savunanların itirazlarını ele almıştır. Buna göre bu itirazlar şu şekildedir:
    • Furu meselelerin naslardan nasıl istinbat edildiğini bilmeye bugün ihtiyacımız yoktur.
    • Bu ilim birçok skolastik tartışmayı barındırmaktadır. Bunların önemli bir kısmının hayatta karşılığı yoktur.

Bu itirazlara ise şu şekilde cevap vermiştir:

  • Usul kökeni itibariyle içtihadi, yani hukuki gelişmeyi temin için vaz edilmiştir.
  • Mesela İsa b. Eban gibi müçtehitler icmanın nassı nesh edebileceğini söylemiştir. Bu yaklaşım mevcut hukuk politikasına temel teşkil edebilir.
  • Yani fıkıh usulü, yasamanın metotlarını ve teşri hikmetlerini ele almalıdır.
  • Hüseyin Naci makalesinde kendi döneminde fıkıh usulünü ele alan eğilimleri de eleştirmiştir. Kendi döneminin usul anlayışını değerlendirirken iki çeşit usul-i fıkıhla uğraşan akımın var olduğunu ifade etmiştir. O’na göre a) klasik ve teolojik mezhep skolastiktir. Bunlar, meseleleri nas merkezli ele alır, taklit anlayışını benimser ve skolastik tartışmaları içerir. b) Müdafacılar mektebi (Seyyid Bey ve İzmirli İsmail Hakkı’nın eserlerinde yaptığı şeyler) ise içtihat taraftarı oldukları için bu kısmın alanını genişletmeye çalışmışlardır.
  • Hüseyin Naci, eleştirdiği bu mekteplere karşı “İlmi ve Laik Mektep” adını verdiği üçüncü bir yol önermiştir. Buna göre,
    • Kanun metinlerinin anlaşılma ve yorumlanması üzerinde durulmalı,
    • Hukukun tarihi gelişimi ve cemiyet yapısıyla ilişkisi üzerinde durulmalı,
    • Türklerin ve şark toplumlarının hukuk alanındaki tarihi sürecini incelemeli,
    • İlmi değerini kaybetmiş skolastik tartışmalar terk edilmelidir.
  • Hüseyin Naci’nin çalışmaları semeresini vermemiştir.
  • 20. Yüzyılda bu alanda yapılmış bir diğer önemli çalışma ise Ali Himmet Berki’nin “Hukuk Mantığı ve Tefsir”  isimli eseridir. Bu kitap Türk hukuk literatüründe yorum konusundaki tek kitap olmasına rağmen fıkıh geleneğine istinat ettiği için uzun zaman görmezden gelindi. İlmi çalışmalar da buna atıf yapılmadı ve buradaki değerlendirmeler gündeme alınmadı. Bu kitap Usul-i fıkıh kuralları kullanılmak, onlardan yararlanmak suretiyle mevcut kanunların da yorumlanabileceği ve anlaşılabileceğini ortaya koyan, ilmi değeri yüksek bir çalışmadır. Bu eserde fıkıh usulünün bir yorum metodolojisi olarak fonksiyonelliğine vurgu yapılmıştır.
  • İstanbul Hukuk Fakültesi profesörlerinden Mustafa Reşit Belgesay tarafından kaleme alınan “Kur'an Hükümleri ve Modern Hukuk” başlığını taşıyan bir diğer önemli çalışma ise fıkhın dayandığı prensiplerin mevcut hukuk düşüncesiyle mukayesesini içermektedir. Kur’an-ı Kerim’den hareketle adalet, hukuk güvenliği, insan hakları gibi bazı prensipleri temellendirmeye çalışılmıştır. 1963 yılında yazılan bu eser muhteva itibariyle çok geniştir.
  • Usul ilminin nasıl incelenmesi gerektiğine dair günümüzde ileri sürülen ciddi bir teklif, usul ilminin iki kısım halinde incelenmesini önermiştir.
    • İslam Hukuk Felsefesi: Hükümlerin hikmet, sebep, maksat ve gayeleri ele alınmalıdır. Bu bağlamda İslam’ın ana ve genel ilkeleri incelenmelidir (Felsefi boyut)
    • Tefsir, yorumlama metodu ve hukuk mantığına ilişkin bir disiplin geliştirilmelidir (Metinle alakalı olan boyut).
  • Günümüzde;
    • Usul metinleri geniş çaplı olarak neşredilmektedir. Özellikle 1980 sonrası süreçte yoğun bir neşir faaliyeti gerçekleştiği vurgulanmalıdır.
    • Usulün belirli konularıyla ilgili monografik çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır.
    • Önemli usul âlimlerinin usulün geneli veya belirli konularıyla ilgili görüşlerini ele alan çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaktadır.
    • Makâsıd alanı müstakil bir alan olarak ele alınmış ve bu konuda Tahir b. Aşur ve Allal el-Fasi’nin çalışmaları gibi eserler verilmiştir. Bu konuda artık makâsıdı bir İslam hukuk felsefesine çevirme, muhtevasına biraz bu konuları dâhil etme teklifleri de gündeme gelmiştir. Burası başlı başına müstakil bir alan olarak yine en çok ilgi çeken çalışmaların yapıldığı, üzerinde durulduğu bir alandır.
  • Son dönemlerde usulde ortaya çıkan yenileşme arayışlarında da birtakım teklifler öne sürülmüştür. Bu teklifler:
    • Yapılacak iş yıkım değil, onarım olmalıdır.
    • Arapça, mantık ve kelamla alakalı olan ayrıntılar bu ilmin kapsamından çıkarılmalı, bazıları derli toplu bir mukaddime şeklinde düzenlenmelidir.
    • Makasıd, kavaid-i külliye ve tahric konuları usul kapsamına alınmalıdır. Bu ilmin işlevsel bir metodoloji haline gelmesi teklif edilmiştir.
    • Usul birikimi elden geçirilerek tenkih edilmeli, bazı konularda tercihler yapılmalıdır (Bu aynı zamanda Raysuni’nin projesidir.)
    • Örf ve İcma gibi kimi meselelerde içtimai ilimler ve usul arasında iş birliğine gidilmelidir.
  • Saçaklızade, usul ilminin tedrisine temel gerekçe olarak, mezheplerin hükümlerin delilleriyle ilgili ortaya koydukları açıklamalarını anlamak için bu ilmi bilmek ve daha evvelki dönemde hiç karşılaşılmamış yeni bir mesele ortaya çıktığında bu ilimde mahir olan birisinin belki nasların delaletinden hareketle bir çözüm yolu bulabilmesini sunmuştur.
  • Zehebi de “Beyânü zeġali’l-ʿilm ve’t-Taleb” adlı risalesinde Usul ilmiyle alakalı olarak, bu ilimlerin müçtehide hitap eden ilimler olduğunu, eğer içtihat etmek gibi bir hedefi yoksa bir kişinin bu ilmi tedrisle vakit kaybetmemesi gerektiğini ifade etmiştir.
  • Usul ilmi güvensizlik üzerine kurulmuştur. Yani bu ilmin nasların anlaşılmasında yapılacak hataları asgariye indirmek gibi bir hedefi vardır. O bakımdan da mevcut doktrinin nasıl ortaya çıktığını izah etmeye yönelmiştir.
  • Usul ilmine “problem çözücü metodoloji” işlevi vermek demek şu anlama gelmektedir; maslahat gibi, kavaidi külliye gibi enstrümanlardan yardım almak suretiyle biz, esasında füruda olan, belki de meselenin çözümü için olması gereken o eğilimleri buraya taşıyalım demektir. Bu da bu ilmin mahiyetini ciddi anlamda değiştirmeyi gerektirmektedir.
  • Naslar Hazreti Peygamber döneminde anlaşılmış ve bu anlam usul tarafından tespit edilmiştir. Usul kurallarından hareketle yeni anlam keşfi çabaları, yani aynı metinlerden anlaşılmışın ötesinde yeni anlamlar çıkarma çabaları ister istemez farklı batınilik versiyonları ortaya koyacaktır. Revizyoncu Kur'an İslam'ı söylemi mesela bunlardan bir tanesidir. فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا ‘dan kastedilen aslında elinin üstünün çizilmesiydi veyahut da kastedilen hırsızlığa gidecek yolların tıkanmasıydı gibi anlam çıkarma çabaları bu çerçevede ele alınır.
  • Naslardan elde edilen ve usulde çerçevesi belirlenip koruma altına alınan anlamın, günümüze taşınarak somut problemlere uygulanışı hüküm hakkında zanni bilgi elde etmeye yönelik bir içtihat ve yorum faaliyetidir, böyle olmak durumundadır. Makasıdu’ş-şeria (مقاصد الشريعة) çerçevesinde bu hususa ağırlık verilmelidir, bu bağlamda lafzi yorum ve illete dayalı kıyastan ziyade gai yorumu önceleyici enstrümanlar (maslahat, istihsan, örf) ön plana çıkmaktadır. Bunların tespiti için de diğer disiplinlerle iş birliği içerisinde olmak önem kazanmaktadır.
  • Normalde İslam hukuk geleneğinde naslardan bağımsız bir “tabii hukuk” anlayışı geliştirilmemiştir. Kısmen makasıdü'ş-şeria (مقاصد الشريعة ) kavramının bu fonksiyonu icra ettiği söylenebilir.
  • Bu anlamda hukuk çerçevesinde tartışılan ve bütün insanların problemlerine çözüm getirmek için gündeme getirilen hususlara, yani İslam geleneğinden eğer katkıda bulunmak isteniyorsa makasıd söyleminden hareketle bir belki üst dil bir anlamda bir hukuk felsefesi geliştirmeye gidilmelidir. Bugün bundan dolayı makasıd ve hüküm bahislerinden yola çıkarak İslam zaviyesinden bir değerler hiyerarşisi belirleyen adalet, insan hakları, özgürlük, eşitlik, yoksulluk, çevre bilinci ve benzeri hususlarda İslami görüş serdetmeye imkân veren bir üst dil üretmeye yönelik bir İslam hukuk ve ahlak felsefesi geliştirilmelidir. Benim bu anlamda esas teklifim budur. Usul ilminde çabalar bu hedefe doğru evirilmelidir.
  • Pakistanlı Muhammed Necatullah Sıddıki isimli bir müellifin İngilizce kalem aldığı ama Arapçaya çevrilen “Makasıdü'ş-Şeria ve’l-Hayatü’l-Muasır” yani “şeriatın maksatları ve yaşadığımız hayat” şeklinde bir çalışması bulunmaktadır. Derste bahsedilen hususları, teklifleri orada daha ayrıntılı bir şekilde gündeme getirmiştir.
  • Türkçeye çevrilen İngilizce ve Arapça versiyonları olan eserleriyle Casir Avde, makasıd konusunda çalışan ve çok sayıda yayını olan müelliflerden bir tanesidir. “İslam hukuk felsefesi makasıdu’şşeria” başlığını taşıyan bir çalışması vardır. Bu eser, İngilizce kaleme almış olduğu “Maqasid al-Shariah as Philosophy of Islamic Law”adlı kitabının tercümesidir.

Hazırlayan: Seyid Bağçivan
 

Videolar