Hüküm, Hükmün Hakikati, Kısımları ve Rükünleri


İDE ATÖLYE 2020-2021 | DERS NOTLARI | 4 ŞUBAT 2021

 Hüküm, Hükmün Hakikati, Kısımları ve Rükünleri

  • Gazali'ye göre akıl, din öncesi de din sonrası da bir hüküm kaynağıdır. Hudus delilinin kullanılması, evrenin cevher ve arazlardan meydana gelmesi meseleleri akliyyât alanına dairdir. Gazali'ye göre akıl, akliyyât alanında söz söyleyebilir ama şer'iyyât alanında söyleyemez.
  • Ehl-i Rey'e göre ise akıl şer'iyyât alanında din öncesi de birtakım şeyler söyleyebilir. "Doğru söylemek iyidir o halde vaciptir" diyebilir. Dine girebilmek için, dinî hitap ulaşmadan önce de birtakım vücub kaynaklarına ihtiyacımız vardır.
  • Ehl-i Rey dine akıl yürüterek nazar'la girer. Nazar önce gelir, mucize ona bağlı olarak ikinci sırada gelir.
  • Gazali'de ise durum farklıdır. Dine nazar ile akıl yürüterek değil, mucize ile gireriz.
  • Gazali bazen nazarı inkâr eder, bazen de ikinci sıraya alır.
  • Akıl mucizeyi gördüğü anda doğrudan boyun eğer. "Bu bir peygamberden geliyor" der, bunun üzerine akıl yürütmez.
  • Gazali nazarı dışlamaya çalışır ve bazı kavramlar geliştirir.
  • Vucubun kaynağı akıl değil dindir.
  • Vucub, terazinin kefelerinin ağır basmasıdır. Bu terazinin kefelerini ağır bastıran Allah'tır. Hükmün kaynağı O'dur.
  • Dinden önce terazinin kefeleri eşittir, dinden sonra bir şeyi yapmak ağır basar, o da vucub'tur. Birinin ağır basması, tercihtir.
  • Müreccih Allah'tır.
  • Peygamber muhbirdir, haber verendir.
  • Mucize, akıllı olan kişiye bunun ağır bastığı imkânını veren sebeptir.
  • Akıl, bunun ağır bastığını haber verenin doğru olduğunu bilme aracıdır.
  • Dine girmeye sevk eden ne nazar ne akıl, insanın tabiatıdır. Hitap sonrası tercih yani vucub bu şekilde oluşur.

Hükmün Kısımları

  • Mubah, Şari'nin yapma ile yapmama arasında serbest bıraktığı fiillerdir.
  • Vacip – Mendub: Şari'nin yapılmasını istediği fiillerdir.
  • Haram – Mekruh: Şari'nin yapılmamasını istediği fiiller.
  • Hanefilere göre “vacip, yapılmadığı sürece Allah-u Teâlâ’nın ceza verdiği şeydir.”
  • Bu tanım Mutezili kelamını gerektirir, Allah bir kişiye ceza vereceğini söylemişse, o kişiye ceza verir. Bu da Allah “va'dinden de vaîdinden de dönmez” düşüncesiyle irtibatlıdır.
  • Terk edilmesine karşı ceza verilen şey dersek ve Allah bir kişi vacibi terk edince ceza vermese, bu şey vacip olmaktan çıkabilir.
  • Mutezile'ye göre Allah va'dinden veya vaîdinden dönse demek ki Tanrı değildir. Yapmaması, yalan söylemesi anlamına gelir.
  • Eş'arilerin tanımı bu şekilde olamaz, çünkü ceza ahirette olabilecek bir şeydir.
  • Bâkıllânî bunun çözümünü bulur ve şu tanımı yapar: "vacip, terk edenin herhangi bir şekilde kınanıp yerildiği şeydir".
  • Eş'ariler ileride olacak olan va'd ve vaîd üzerinden değil bil-fiil olmuş olanın üzerinden gider.
  • Hanefiler vacibe ceza, menduba da kınama karşılığı verir.
  • Eş'arilikte ise ceza yoktur. Vacibi yerine getirmeyen bu dünyada kınanmıştır, (öbür tarafı bilemeyiz) mendubu yerine getirmeyen için kınama yoktur. Eş'ari paradigma içerisinde yapılacak güzel bir tanımdır.
  • Cubbaî'nin, Kerhî'nin yaşadığı dönem, kelamın neredeyse tamamen şekillendiği, çok büyük anlamda tamamlandığı bir dönemdir.
  • Bu dönemde usûl-i fıkıhta çok kavramsal düşünüp, kelam ve usûl-i fıkhı beraber ele alarak yeni konu başlıkları çıkarılmıştır.
  • Cubbai'den itibaren Mutezile "muayyen şeyler vacip olur" görüşünü benimser.
  • Bir şeyde muhayyerlik varsa buna vacip diyemeyiz.
  • Mutezile, seçmeli vacibi, yani kulun üç seçenekten bir tanesini seçebileceği şeylerin vacip olduğunu inkâr etmiştir.
  • Kefarette üç şeyden biri vaciptir. Mutezile der ki bunların üçü vaciptir, biri yapılınca diğeri düşer. Hepsini terk ederse, hepsini ayrı ayrı terk ettiği için cezalandırılır. Vaciple beraber tahyir bulunmaz.
  • Muhayyer vacip 2 türlüdür: “Mudayyak vacip” ve “Muvassa vacip”.
  • Öğle namazı girdiği anda, kefarette üç şeyden bir tanesini yapabildiğimiz gibi öğle namazını vaktin başında ve ondan bir sonraki zaman diliminde kılmakta muhayyeriz.
  • Mutezile der ki vacipte muhayyerlik olmaz. Vakit girer girmez kılmak vaciptir.
  • Namazı kılacağımız son zaman diliminde kılmak vaciptir desek, bu sefer şu soru akla gelir: “İlk başta kılan o zaman vacip bir namazı kılmamış mıdır? Öğle namazı güneşin zevalinden hemen sonra vacip olmuyor mudur? O zaman bir kişi vaktin ilk 5 dakikasında öğle namazını kılmadan vefat etse, vacibe aykırı mı hareket etmiştir?” Gazali'ye göre etmemiştir. O zaman ona vacip diyemeyiz, tanıma uymaz. Buradaki temel sorun budur.
  • Gazali der ki, son dakikada vacip olur, diğer vakitlerde mendup olur. Bir nevi vacip-mendub karışımı olarak. Kılarsak vacip yerine geçer, kılmazsak kınama yoktur. Bir açıdan vacip, bir açıdan mendubtur.
  • Diğer mezheplerde, üç seçenekten bir tanesi muayyen olmayarak vaciptir.
  • Mutezile'ye göre muayyen olmayan bir vacip olamaz. Gazali buna biraz hak verir.
  • Bir diğer kelamî mesele ise, Allah kefarette olduğu gibi üçünü de birden yapılabilir dediyse bunların üçü de husun-kubuh açısından eşittir.
  • Allah bizim hangisini yapacağımızı bilir, bilmesine rağmen üçünden herhangi birini yapın der. Allah-u Teâlâ’nın hangisini yapacağımızı bildiğini Mutezile kabul eder. Bu bilgisi sebebiyle de üçünün birbirine eşit olması gerekir.
  • Gazali'ye göre bu üçü birbirine eşit değildir. Esasında vacip olan, muayyen olan aslında bir tane vardır ve bunu Allah bilmiyordur demek zorunda kalır.
  • Allah bunları gayr-ı muayyen olarak bize vacip kılmıştır. A seçeneği vacip dese, kul da B seçeneğini yapsa, vacip tanımı boşa çıkmış olur.

Hükmün Rükünleri:

  • Bir hükmün geçerli olması için ne gerekir?
  • Hâkim: hükmedici.
  • Mahkûmun Aleyh: mükellef.
  • Mahkûmun fih: hakkında hüküm verilen konu.
  • Hükmün kendisi: Mahkûmun aleyhin yapacağı bir şeyden bahsedilmesi de hükmün rüknü, yap deme emri de hükmün rüknü olarak düşünülebilir.
  • Hâkim hitapta bulunandır. Allah-u Teâlâ kendi hâkimiyeti içerisinde dilediği hitapta bulunabilir.
  • Allah-u Teâlâ’dan başka mülk sahibi olamaz (mülk, yani otorite).
  • Milk ve mülk kelimeleri günümüz Türkçesinde biraz karışmıştır.
  • Kişilerin mal ile ilgili, insanların birbiri üzerine hâkimiyeti milk'dir.
  • Milk kavramı, kul hakları dediğimiz Hukuk'ul-İbad'ın, özel hukukun temelidir.
  • Milk salt özel hukuku, mülk ise siyasi hâkimiyeti, çekip çevirme hâkimiyetini kamu menfaatleri adına yürütülen siyasi hâkimiyeti ifade eder.
  • Allah'a milk değil mülk nispet edilir.  [1]وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِYeryüzünün çekip çevirme hakimiyeti Allah'ındır.
  • Gazali der ki Allah mülk sahibi olduğu için kendi hükmünde dilediği gibi hükmeder. Hüküm ve emir sadece ona aittir.
  • Mahkûmun aleyh: Fıkıh ve kelam ilimleri mükellefiyeti izah etmeye çalışır. Neden insanlar dine inanmak durumunda bırakıldı, dine inanmakla mükellef tutuldu?
  • İşin temeli budur, gerek kelamî açıdan gerek fıkhî açıdan dinin temeli tekliftir.

Mükellef tutulma şartlarımız nelerdir?

  • Klasik bilgimizde mükellef tutulmanın temel şartı akıl akıldır diyebiliriz.
  • Bir hukukçu olarak baktığımızda dindeki bütün hükümlerin mükelleflere hitap etmediğini görüyoruz.
  • Potansiyel olarak akıl sahibi olan insan, çocuk, bebek, ya da doğmamış anne karnındaki cenin bile birtakım hükümlere muhataptır.
  • Kelamî açıdan akıllı ve baliğ olanın hükümlerin muhatabı olduğunu söylemek zorunda kalıyoruz ama bu fıkha ve pratiğe uymuyor.
  • Bunun çözülmesi gerekir, bu çok ciddi bir sorundur.
  • Kelamî ilkeleri hukuka doğrudan yansıttığımızda, hukukun buna uygun olmadığını ve buna direndiğini görüyoruz.
  • İlk kez bunu net olarak fark eden Cassas'tır. Ama bu işi şu an dünyadaki hukuk sistemlerine etki ederek çözen Debusi'dir.
  • Debusi'ye göre hukukun öznesi mükellef değil insandır.
  • Dindeki hükümlerden ayetlerden hadislerden, kendisi için hak ve borçların doğduğu varlık olarak mükellefi değil insanı özne yerine koyar.
  • İster akıllı ister akılsız olsun ister buluğa ersin ister ermesin. Akıllı olmayanlar için de hak ve borç doğar.
  • Debusi insana zimmet sahibi olarak bakar ve Bezm-i elest'te Allah'la sözleşme yapan, varlık olarak ele alır.
  • Hilmi Ziya Ülken der ki; “bu metafizik bir sözleşmedir.” İnsan yeryüzündeki bütün mükellefiyetlerini yerine getirme sözünü vermiştir. Allah-u Teâlâ da insana birtakım haklar vermiştir: hürriyet, malikiyyet, ismet.
  • Zimmet: bu sözleşme ile bütün insanlar zimmet sahibidir, yani hukukun öznesidir. Mükellef kavramı yerini zimmet kavramına bırakır.
  • Mükellefle beraber fiile odaklanılır, hukukta önemli olan haklar ve borçlardır.
  • Gazali de Debusi'nin yolundan gider. Debusi'ye kadar bütün hükümler teklifî hükümdür.
  • Debusi hükümleri ikiye ayırır: mükellefe hitap eden teklifî hükümler ve herkese hitap eden vaz'î hükümler.
  • Mesela öğle ezanının okunması, öğle namazının vücubiyetinin bir sebebidir. Güneş zevale geldiğinde bütün insanların zimmetinde öğle namazı kılması sabit olur. Gerek mükellef olsun olmasın vucub oluşur.
  • Herkesin vucub ehliyeti vardır, eda ehliyeti sadece mükelleflere özgüdür.

Kimin fiiliyle mükellefiz?

  • Gazali bu konuda klasik Eş'ari görüşünden dışarıya çıkar.
  • Namaz kılma bir hitap ve bir sonuç doğurur.
  • "Namaz kıl" emri geldikten sonra namaz kılma kudretimiz Eş'arilerde yoktur.
  • Bu kudreti olunmayan fiili yapmaya başladığımız zaman yapabiliriz. Kudret fiille beraberdir, fiilden önce değildir.
  • Bu yaptığımız fiil üzerinde cüz'i irademizin bir etkisi yoktur. Allah bu fiili yapma kudretini iradesini ve fiilini yaratır. Bütün bu olaylar üzerimizde cereyan eder, etkimiz bu kadardır. Bu %100 cebirdir.
  • Gazali bu cebre düşmek istemez.
  • Cüveyni'ye göre de kulun yaptığı fiil üzerinde bir iradesinin bir etkisinin olmadığını söylemek dini ortadan kaldırmak demektir. “Cebir varsa din yoktur. Bu şekilde düşünmek küfürdür” der.
  • Gazali burada ikinci bir sınav geçirir; ya Eşariliğin ya da Mutezil'nin yolundan gidecektir. Gazali burada konuya girmemeyi tercih eder.

Hazırlayan: Esma Karakütük

 

[1] 3/ Al-i İmran,189.