Hüküm ve Teklif


İDE ATÖLYE 2020-2021 | DERS NOTLARI | 18 Şubat 2021

  • Kelam-fıkıh ilişkisinde teklif konusunu ele aldığımızda, bazı farlılıklar karşımıza çıkıyor. Kelamî olarak teklif üzerinden hareket etmemiz gerekiyor, çünkü din insanları mükellef kılıyor.
  • Salt teklif üzerinden gittiğimizde, hukukun pratik kısmını izah etmekte yetersiz kalıyoruz. Kelamî perspektifte, akla önem veriyoruz -çünkü teklif akıl üzerinden inşa ediliyor-diğer yandan akıllı ve baliğ mükellef üzerinden hareket ediyoruz.
  • Fakat fıkhî hükümlere baktığımızda, durum böyle değildir. Bil-kuvve akıl taşıyan buluğ öncesi kişiler ile ilgili de hükümler vardır.
  • Kelam, akıl ve buluğdan sonrasına bakıyor, ama hukuk insanın doğumundan ölümüne kadar her şey ile ilgileniyor. Peki bu çelişkiyi nasıl izah edeceğiz? Mükellefiyet üzerinde kurulmuş dinî bir hukuk nasıl olur da mükellefiyet öncesi insana hitap etmiş olur? Şer’i Hükümlerin muhatabı sadece mükellef mi yoksa insan mıdır?
  • Hukuk sadece mükelleflerin fiilleriyle ilgilendiği şeklinde anlaşılmış olsa da hukuk ve şeri hitap sadece mükelleflerle ilgili olmadığı gibi hukukun ve hükümlerin konusu da ne sadece fiiller ne de mükelleflerin fiilleridir. Hukukun konusu hak ve borç/yükümlülüklerdir.
  • Bu problemi ilk gören Debûsî, teoriyi artık mükellefiyet üzerinden insan olmaya, zimmet sahibi olmaya, hukuku ef'âl-i mükellefîn'den hak ve görev (vucûb-lehu ve aleyhi) meselesine çeviriyor.
  • Gazali de bunu tekrarlıyor. Gazali dinde mükellefiyet hitap etmeyen birtakım hükümlerin olduğunun farkında ve burada teklîfî hüküm/vaz'î hüküm ayrımından bahsediyor.
  • Furû fıkha kelamî perspektifle yaklaştığımız zaman, mükelleflerin fiilleriyle ilgileniyoruz. Örneğin, bir kişi 18 Şubat'ta buluğa erdi, kelamî perspektifle baktığımız zaman, 17 Şubat'ta hiçbir şeyle mükellef değildir. Bunu izah etmek gerekiyor.
  • Bakıllanî’ye göre, buluğa ermeden bir saat öncesine kadar aklı eksiktir, bu kişinin fiilleri şer'i hitaba konu olmaz.
  • Gazâli ise bu durumun aklın eksikliği ile alakası olmadığı, buluğ öncesi dinin onu kolaylık olsun diye sorumlu tutmadığı, aslında aklının olgunlaşmış olduğu görüşündedir.
  • Hukuk birtakım pratik ihtiyaçları sebebiyle zahir alametlere ihtiyaç duyar. Hukuk açısından erkekler 12, kızlar 9 yaşını dolduruncaya kadar fiziksel olarak buluğa erse de baliğ değildir.
  • Kelâmi açıdan baliğ olma ile Fıkhî açıdan baliğ olma birbirinden ayrışır. Fiziksel olarak baliğ olmak ile hukûkî açıdan baliğ olmak farklıdır. 15 yaşına kadar buluğa ermediyse de hukûkî açıdan baliğdir.
  • Aklı esas aldığımızda unutan kişi, gafil ve sarhoş mükellef olacak mı? Bunların hiçbirinde o anda akıl çalışmıyor. Gazali diyor ki bu kişilerin mükellef tutulması caiz değildir. Zira sarhoşluk aklı alır, anlamayana anla demek caiz değildir, dolayısıyla teknik anlamda o anda mükellef sayılmayacaktır.
  • Mükellef olmadığı halde hukuk işlemeye devam eder. Bunlar vaz'î hükümdür. Bir kişinin malına zarar vermek tazmin sebebidir.
  • Böyle dese de sorun bitmiyor, burada hukuk dînî bir hukuk olmaktan çıkıyor mu? Bu soruyu sormak lazım. Hukuk ayrı bir tarafa, kelam ayrı bir tarafa çekiyor.
  • Madem unutanın, gafilin ve sarhoşun mükellef tutulması caiz değil -çünkü o anda akılları kapalı- "sarhoş iken namaza yaklaşmayın" ayeti var, peki o zaman sarhoşa hitap nasıl olur? O zaman bir tür teklif-i ma la yutak, ya da teklif-i muhal mı var?
  • Gazali diyor ki sarhoşa hitabın imkansızlığı burhan ile sabittir çünkü hitap akılla anlamaya bağlıdır, anlamayana anla demek muhaldır, Tanrı'ya yakışmaz. Dolayısıyla bu ayeti tevil etmemiz gerekir.
  • Birinci tevilinde, bu hitap sarhoşluğun başındaki kişiye hitaptır, içmeden önce sarhoşken namaza yaklaşılmaz dolayısıyla “içme” demektir.
  • İkinci tevilinde, şarap henüz haram kılınmadan nazil olmuş bir ayet olabilir.
  • Emredilen şeyin varlığı emrin bir şartı mıdır? Muhatabın varlığı emrin bir şartı mıdır? Eğer böyle dersek kelamunnefs teorisi iptal olur.
  • Eğer bu kelam teorisinde emir-nehiy yoksa o zaman kelam olamaz. Bu durumda muhatabın henüz meydana gelmemiş olması söz konusu değildir, çünkü kelam kadim, muhatap hâdistir.
  • Nasıl oluyor da emir var, akıllı bir muhatabımız yok, bir de mükellefiyette aklı şart koşuyorsunuz? Gazali diyor ki burada Allah ezelden beri emredendir. O anda insanlık madumdur ama Allah insanların var olacağını bilir.
  • Bizim muhal gördüğümüz şey, yok olan kişiye o haldeyken muhatap olduğunu söylemek doğru değil, insanlar daha var olmadan emre muhatap değildir. Emir vardır ama hitap ve muhatap olma ise emrin muhatabının o sözü duymasıyla gerçekleşen bir şeydir.
  • Burada Gazali kıyasu'l-gaybale'ş-şâhid yapıyor. Kelamunnefs'i kabul edenlere göre ileriye dönük emir verilebilir. Gazali diyor ki Allah'ın zatıyla kâim olan kelam, mevcut olmaları takdiriyle kullarına taalluk eder. Kullar var oldukları zaman bu emre muhatap olur. Ezeldeki kelam henüz ezeldeyken hitap olarak değerlendirilmez.
  • Hükmün konusu: Mahkûmun fih. Teklife konu olabilecek fiiller hangi fiillerdir?
  • Gazâli diyor ki sadece ihtiyari fiiller teklif altına girer. Teklif altına girecek fiillerde şu şartlar aranır:
    • Meydana gelmesi (Hudusu), mümkün (imkân) olmalı. Zira teklifi ma la yutak'ı imkânsız görenlere göre, emrin muhale yönelik olması, muhale taalluk etmesi imkansızdır. Meydana gelebilmesi mümkün olan madum emredilebilir sadece.
    • Kulun ihtiyarıyla hâsıl olabilecek bir şey olması, yani muhatabın kudreti dâhilinde olması gerekir. 
    • İlim şartı, emredilenin biliniyor olması lazım. Biz kesin olarak bilmediğimiz şeyden mükellef tutulamayız. -Kur'an-ı Kerim'in bize kadar bozulmadan geldiğini biliyor olacağım ki bu metin Tanrı'dan geliyor mu gelmiyor bu buna bakayım.- Özellikle mütevatir haber kavramının mükellefiyet ile bu kadar iç içe geçmesi, biraz bundan dolayıdır.
    • Fiili taat olarak gerçekleştirme iradesinin mümkün olması lazım.