Husun-Kubuh Meselesi


İDE ATÖLYE 2020-2021 | DERS NOTLARI | 14 OCAK 2021

Husun-Kubuh Meselesi

  • Gazali'ye göre husun-kubuh konusunda, Mutezile'nin ve Ehl-i Rey'in "akıl iyiyi kötüyü bilebilir" demesi, vehmin bir yanılgısıdır. Vehim bizi yanılgıya düşürür. Buna “mesarat'ul-Ğalat” der.
  • Vehim üç şekilde hataya düşebilir.
  • Birincisi, insan kendi amacına, garazına uygun hüküm verir.
  • İnsanın tabiatından, yaşayış âdetinden görüyoruz ki, herkes kendi nefsine düşkün olur ve başkasını hakir görür, kendini merkeze koyar, kendi değer yargılarının mutlak olduğunu düşünür.
  • Bu değer yargıları da onda şöyle bir şeye yol açar, şu şey zatında iyidir, şu şey de zatında kötüdür. Dolayısıyla insan kendi değer yargılarını mutlaklaştırır. Kendi garazı değiştiğinde, bu değer yargılarını da değiştirir.
  • İkincisi, insan, kendi maksadına uygun olan şeyler bazen maksadına uygun olmazsa o "bazen"leri göremeyebilir.
  • Maksadına genel olarak uygun olan şeye mutlak olarak iyi der, maksadına genellikle uymayan ama bazen uyan şeylere mutlak olarak kötü der. Nadir durumları unutur, mesela yalanın çirkinliğine mutlak olarak hükmeder.
  • Çocukluktan beri gelen eğitim, çevre, öğrendiğimiz şeyler, bizim içimizde bunun yerleşmesine sebep oluyor, yalan kötü deriz. Oysa bu yargılar mutlak ve kesin değildir.
  • Gazali burada yalan çirkindir derken şunu kast eder, Peygamber olduğunu iddia eden birisi Peygamber değilken insanları buna inandırmaya çalışsa, ya da söylediğimiz bir yalan masum bir insanın hayatına mal olacağı durumlarda, bu yalanlar kötüdür.
  • Zaman zaman daha üst bir gayeyle yalan söylemenin kötü olmadığını Mutezile'de kabul eder. Mutezile bu noktada bağlamsal düşünebilir.
  • Üçüncüsü, yansıtma ya da yanılsama: Vehim hızlıca yansıtma yapabilir, olayları birbirine hızlıca bağlayabilir.
  • Vehim beraber gördüğü iki şeyi bitişik ve tek şey olarak algılama hatasına düşer ve bunu çok yapar. Yılan tarafından sokulmuş bir kişi ve yılandan korkan birisi, yılana benzer bir cisimden korkar.
  • Vehim aslında çok güçlü çalışır içimizde, nefsin kuvvetlerini de yönetebilir. Bu normal insanlarda da böyledir, ilim adamlarında da böyledir, ancak Rasihler farklıdır.
  • Vehmin bu üç hata kaynağı bizi yanlışa sevk eder.
  • Mesela hiçbir dine inanmayan bir kişi, boğulmak üzere olan bir kişiye yardım eder. İnsan tabiatında bir kalp inceliği vardır ve aynı cinsten olanlara bu kalp inceliği etkin olur.
  • Bu konuyu derinden analiz edince, düşkün olan insanı durumundan kurtarmak,"yarın bir gün bu olay başımıza gelse biz de kurtulmayı hak edelim" düşüncesi ortaya çıkabilir.
  • Dolayısıyla aslında herkes kendini kurtarıyordur. Eğer bu da yoksa, o da övülme isteğidir.
  • Gazali burada her şeyi salt psikolojik etkenlere bağlar. Burada Gazali Mutezile'yi çürütmek için aslında tam bir pozitivist psikolog gibi konuşur.
  • Övülme isteği vehmidir, ya da ölen kişiyi kurtarırken insanın kendini düşünmesi de vehmi bir durumdur.
  • Gazali insanların birbirleri hakkında zulmü, yalanı çirkin gördüğünü, doğru söylemeyi iyi gördüklerini inkâr etmez.
  • Esas tartıştığı şey, Allah'a izafetle bir şeyin iyi veya kötü olması meselesidir.
  • Gazali'ye göre, Mutezile şöyle ciddi bir hata yapıyor; “bu dünyadaki insan için iyi kötüyü bildiklerini düşünürler, sonra Allah açısından da geçerli olduğunu sanırlar. Bu “kıyasu'l-ğayb ale'ş-Şahid”dir.
  • Temelde husun-kubuh konusu Allah ile ilgili değil, insan ile ilgili bir konudur.
  • Gazali: "İnsan için iyi/kötü vardır, olabilir, ama bu Allah açısından da böyledir diyemeyiz."
  • Gazali kıyasu'l-ğayb ale'ş-Şahid'e ya da analojik akıl yürütmeye karşıdır.
  • Bir efendi, köle ve cariyelerini serbest bırakıp, her türlü kötülüğü yapabilirsiniz dese, bu dünyada bu kötüdür. Ama bunu Allah yapsa bu kötü değildir. Nitekim Allah da böyle yapmıştır, insanları zaman zaman serbest bırakmıştır.
  • Kıyasu'l-ğayb-ale'ş-Şahid açısından, efendi-köle ilişkisi hep Allah-insan ilişkisine çok benzetilir.
  • Mutezile, fetret dönemlerinde dinin kendilerine hitabın ulaşmadığı dönemdeki insanlar açısından, kendilerine vacip olan Allah'ı tanımayı ve iman etmeyi yerine getirmişse, iyi ve kötülüğü bulmuşsa, bunlara ivaz verileceğini söyler, Gazali'ye göre bu boş bir hevestir.
  • Cassas der ki, "şer'i bildirim gelmeden önce, fiiller üç gruba ayrılır."(Genelde ilahiyatçılar bu cümleyi okuduklarında zannediyorlar ki, bu fetret dönemindeki insanlardan bahsediliyor. Bu cümleyi biz  "dine girmeden önce" şeklinde algılamalıyız.)
  1. İyi fiiller: Mesela birincisi iman etmektir, Allah'ın bilgisi vaciptir, çünkü insan doğal olarak dünyada yaşarken bu evren nasıl meydana geldi diye kendine sorar.
  2. Nimete şükür: Allah'ı bildikten sonra, her şey, bu kadar nimet varken benim bir şekilde şükretmem lazım, bu vaciptir. Bu iki şey (buna birde doğru söylemeyi adaleti ekleyebiliriz), dini teoriyi yapmada bağlantıyı yapmayı sağlayan bir vidadır.
  3. Özü itibariyle çirkin şeyler: Küfür, zulüm, nankörlük vb.
  • Bu perspektiften bakacak olursak, nimet verene şükretmek Mutezile'ye göre aklen zorunludur.
  • Gazali'ye göre nimet verene şükretmek vacip değildir. Böyle bir zorunluluk yoktur, çünkü zorunlulukları hitap belirler. Peygamber olduğunu bildiğim kişiden duyduğum hitap ancak bilgiyi verir.
  • Nasıl bir anlam ve yarar olması lazım ki biz nimet verene şükretmeyi vacip görelim? Kula yönelik bir faydası olması lazım. Kul için fayda ya bu dünyadadır ya da ahirettedir.
  • Bu dünya açısından baktığımız zaman, nimet verene şükretmenin zorunlu olduğunu fayda ile temellendiremiyoruz çünkü şükretmek, bununla ilgili düşünmek insanı şehvet ve zevklerden alıkoyar.
  • Ahirette de faydası yoktur, çünkü sevap Allah'ın bir lütfudur, akıl bunu bilemez. Allah isterse sevap verir istemezse vermez.
  • Mutezile'ye göre akıl eğer nimete şükretmezse, Allah'ı tanımazsa, şükründen yüz çevirirse cezalandırılacağını anlar. Akıl emniyet ve kurtuluşa davet eder, sevk eder. Bir Peygamber iddiasıyla karşılaşan kişi de aynı durumdadır.
  • Gazali'ye göre akıl bizi emniyet ve kurtuluşa sevk eden bir şey değildir, sadece yol gösterir. "Akıl dâî ya da sevk edici değildir, hâdidir."
  • Bizi teşvik eden tabiatımızdır, çünkü herkes kendi nefsini sever. Akıl mucizeyi gördüğünde, ister istemez yönelir.

Gazali'nin Mutezile'ye iki temel itirazı vardır:

  1. Mutezile der ki: Akıl sahipleri insanların, nimete şükretmenin güzelliği ve nankörlüğün kötülüğü konusunda ittifaklarını inkâr edemeyiz. Nimet verene şükretmek iyidir. Gazali ise, bunu insanlar hakkında kabul edebiliriz ama Allah hakkında bu ikisi birbirine eşittir, der.
  2. Mutezile der ki: Eğer biz vücub kaynaklarını menkul şeriatta görürsek, aklî olanları dışlarsak, bu Peygamberlerin susturulmasına yol açar. (İfhâmu'r-Rusul) Peygamber'i dinlemeye, Kitabı okumaya bir zorunluluk kaynağı olması lazım. Yoksa biz bir kısır döngü yaşarız.
  • Gazali'nin bu noktada yapabileceği tek şey mucizeyi devreye sokmaktır.
  • İnsan akıl yürüterek dine girmez, mucize ile karşılaşır, mucize aklı zorunlu olarak yönlendirir.
  • Gazali bu teori ile, Mekke'de yaşayan Hz. Peygamber'in mucizelerini gören 10-20 kişinin dine girişini temellendirebilir. Fiilî mucizeleri göremeyeni temellendiremez. Çünkü fiilî mucizeler mütevatir olarak nakledilmemiştir, haber-i vahittirler. Hz. Peygamber çok daha fazla mucize göstermiş olsaydı ve bu mütevatir olarak nakledilmiş olsaydı, bunu temellendirebilirsiniz, o zaman husun-kubuha ihtiyacınız kalmayabilirdi.
  • Sadru'ş-Şeria şöyle der: "Bir fiilin zâtı veya sıfatları itibariyle iyi ya da kötü olduğu kabulü, şeriatın bildirmesi olmadan önce de akla fiillerin değerine ilişkin bilgiye ulaşma imkânı sunar."
  • Sadru'ş-Şeria'ya göre fiillerin değerinin akılla bilinmemesi şer'i emirlere muhatap olma halini başlatacak olan Peygamber'i tasdik etme fiilini de şeriatın bildirmesine bağlar ki, bu kısır döngüye yol açar.
  • Şer'i emirle muhatap olduğumuzu bilmemizi sağlayacak olan Peygamberi tasdik etme fiilidir. Çünkü biz Peygamberi tasdik ettiğimiz anda şer'i emirlere muhatap olduğumuzu anlarız.
  • Peki, Peygamber'i neden tasdik etmem gerekiyor? Peygamberi Peygamber olduğunu bilmeden mi tasdik etmeliyim?
  • Bütün ilahiyatçılığın en temel meselesi, Peygamberi tasdik meselesidir. Dinin teorik olarak temellendirilmesin başladığı, yani h. 80-100 yıllarından itibaren, Müslümanların attıkları her adımın arkasında bu tasdikin nasıl olacağı, nasıl yapılacağı ile ilgili mutlaka bir arka planı vardır.
  • Sadru'ş-Şeria'dan alınmış bir cümle: "Peygamberi tasdik O'nun yalan söylemeyeceğini bilmeye de bağlıdır."
  • Gerçekten Peygamber mi değil mi, bunu anlamamız için yalan mı söylüyor doğru mu söylüyor buna bakmamız lazım. Eğer yalanın kötü bir şey olduğu şeriata bağlı olacaksa, bu noktada da devr ortaya çıkar.
  • Gazali geldiği nokta itibari ile aslında husun-kubuh'u kabul eder gibi gözüküyor. Ama der ki, bu insanlar hakkındadır, Allah hakkında değildir.
  • Gazali'nin teorisinde:
    • Vacibin kaynağı Allah'tır.
    • Peygamber bize vacibi haber verendir.
    • Akıl vacibi tarif edendir.
    • Tabiat bizi Peygamber'i dinlemeye sevk edendir.
    • Mucize de bu sevki mümkün kılan şeydir.
  • Mucizeyi anlamak akıl yürütmeye bağlı değildir ama akla bağlıdır. Mucize'de akıl vardır, nazar yoktur.
  • Biz mucizeyi gördüğümüz zaman akıl boyun eğer.

Hazırlayan: Esma Karakütük