Fiziksel Evrene Bakış: Kelâmî, Meşşâî ve Kimyevî Yöntem-II
İbrahim Halil Üçer


İDE AKADEMİ 2021-2022 | DERS NOTLARI | 08 Kasım 2021

Yöntem

  • Yöntem konusu, din-bilim, akıl-vahiy ilişkisiyle ilgili yürütülen tartışmaların merkezindedir. Bu tartışmaların bir adım ilerisi de Müslümanların bugün karşı karşıya kaldığı modern felsefe ve bilimden gelen tehditlerin önemli bir bölümü metafizikten değil fizikten kaynaklanmaktadır.
  • Nedensellik sorunu bilimsel yöntem sorununun temelinde yer almaktadır. Bilimsel yöntemin amacı ise bilimsel açıklama yapmaktır. Bilimsel açıklama da ancak nedenler ortaya konularak yapılabilir.
  • Yöntem aslî sebebe ulaştırır. Bu nedenle bir şeyi bilmek onun sebebini bilmeyi gerektirir. Bir şeyi açıklamak da sebebini vermek anlamına gelir.
  • Klasik felsefi bilimsel yönteme tekabül eden “burhanî yöntem” doğadaki illetleri ve tabiatları tespit edip bunları bir kıyasta orta terime dönüştürmektedir. İlliyet ilkesini kıyasa taşımanın yolu ise burhanî yöntemdir. Bu yöntem doğada şeylerin neden ve nasıl meydana geldiği ile ilgili illetler keşfetmeye yardımcı olmaktadır. Burhan, “İnnî ve Limmî Burhan” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İnni burhan, bir hadisenin varlıktaki görünür sebeplerini açıklamaktadır. Limmi burhan ise varlıktaki sebeplerini ortaya koymaktadır.

Tabiatçı Teori

  • Aristotelesçi klasik dönemde fiziksel evreni açıklamak için Tabiatçı ve Atomcu olmak üzere iki rakip yöntem ve teori ortaya çıkmıştır.
  • Tabiatcılara göre cisimlerde içkin mânalar bulunmaktadır.  Bu mânalar onları yönlendirir ve hareket ettirir. Atomcu teoriye göre ise bir şeyin şöyle ya da böyle davranmasını sağlayan ona içkin bir tabiattan bahsedilemez. Bu teoriye göre şeylerin içinde tabiatlar yoktur.
  • Tabiat fikrine göre tabiat, içi dolu bir şeydir. Tabiata bakarak o tabiata sahip olan şeyin nasıl davranacağı öngörülebilir.
  • Nesnelere içkin tabiatlar, anlam bulmakta ve bu anlamlar bir cismin nasıl hareket edeceğini ve davranacağını belirlemektedir.
  • Tabiatçı perspektif görünürde aynı özellikleri olan fakat farklı tabiatlara sahip şeyleri izah etmede yetersiz kalmıştır. Bir cismin tabiatının soğuk değil de sıcak olmasına neyin sebep olduğunu açıklayamamaktadır
  •  Moliere ve Descartes, tabiat fikrini felsefe tarihinde ortaya çıkmış en büyük bela olarak görmektedirler. Çünkü tabiatçılık fikrini savunanlar “afyon” neden sarhoşluk verir denildiğinde, “Çünkü onun sarhoşluk verici tabiatı vardır”, diye cevap vermektedirler. O tabiat nedir? Diye sorulduğunda, “Onu biz de bilmiyoruz”, şeklinde cevap vermektedirler. Descartes, bu nedenle “kendisinin bilinmediği bir şey, başka bir şeyi nasıl daha bilinir bir şey haline getirir” diye itiraz ederek tabiatçılığı reddetmiştir.
  • İslâm öncesi dönemde tabiatçı anlayışa sahip Yeni Eflatuncular, tabiatların maddeyle hiçbir alakasının olmadığını, bu tabiatların yukarıdan aşağıya hazır bir vaziyette maddeye dahil olduğunu ileri sürmüşlerdir.
  • Yeni Eflatuncu perspektife göre insan fikri zaten insan maddesinden bağımsız olarak muayyen bir tarzda mevcuttur. Bu nedenle insanı bilmek için Allah’ın ilmindeki o mânaya müracaat edilip kavranması gerekmektedir.
  • Tabiatların nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışan ikinci bir görüşe göre ise evreni oluşturan en temel elementler anâsır-ı erbaa’dan oluşmaktadır. Bu unsurları oluşturan başka bir parça yoktur ve bu unsurlar daha altı olmayan basit cevherlerdir. Kendi başlarına kâim olamayan ve kendilerinden hareketle yeni şeyler oluşturan elementler mi kastediliyor?
  • Bu dört unsurdan her şeyin nasıl meydana geldiğini açıklamak için imtizac teorisi ortaya atılmıştır. Bu teoriye göre unsurlar, birbiriyle karışmaları sonucunda yeni bir şey ortaya çıkmaktadır.
  • Aristoteles, insanın önce canlıya sonra bitkiye, bitkinin madene, madenlerin de unsura indirgenerek her seviyedeki karışımı şeklinde açıklanmasının mümkün olduğunu ileri sürmüştür.

Atomculuk Teorisi

  • Atomcu teoriye göre nesnelerin içerisinde tabiatlar yoktur. Nesneler parçacıklardan oluşan maddi partiküllerden ibarettir. Bu partiküllerin düşünme, renkleri oluşturma, büyüme gibi özellikleri bulunmamakla birlikte canlı da   değildirler. Bu cansız parçacıklar boyut, üçgen, kare gibi şekiller, ağırlık, hacim ve hareket eden ivme gibi matematiksel özelliklere sahip olduklarından, bu parçacıklardan canlılık ortaya çıkmaktadır.
  • Atomcular bu özelliklere sahip atomların birleşmelerini ve ayrılmalarını göz önünde bulundurarak bütün bir evreni açıklamaya çalışmışlardır.. İslâm dünyasında özellikle Ebü’l Hüzeyl el-Âllaf sonrasında kelâmcıların büyük çoğunluğu atomcu bakış açısını benimsemişlerdir.
  • İslâm öncesinde Demokritosçu ve Epikürosçu olmak üzere iki tür atomcu gelenek mevcuttu. Her ne kadar atomların özellikleriyle ilgili bazı konularda farklı düşünseler de iki akım da atomcu perspektife sahiptir.
  • Atomcu görüşü savunanlara göre, belli özellikteki atomların birleşmesiyle –örneğin keskin uçlu atomların birleşmesiyle ekşilik, yuvarlak şekilli atomların birleşmesiyle tatlılık oluşması gibi- belli özellikte cisimler oluşur. Bu durumda tatlılık, acılık, ekşilik gibi özelliklere sahip nesnelerin niçin böyle olduklarına dair bir izah getirmiş olmaktadırlar.

İbn Sînâ

  • Aristoteles tabiatın nasıl meydana geldiğini niteliklere müracaat ederek fakat bazı şeyleri açıklama noktasında yetersiz kalarak bir izahta bulunmuştu. İbn Sînâ ise empirizme yakın bir tespitte bulunmuştur. O, cisimlerin hakikatlerini bildiğini iddia eden tabiatçılara karşı bu hakikatlerin hiçbirisinin bilinmesinin mümkün olamayacağını söylemiştir.
  • İbn Sînâ bu hakikatleri bilemeyeceğimizi söyleyerek deneyi, tecrübeyi empirizmi bilimsel yönteminin esaslı parçalarından biri haline getirmiştir. İbn Sînâ’ya göre nesneye temel teşkil eden maddi alt yapı, belirli bileşenlerin bir araya gelmesi ve birleşmesiyle oluşur.
  • İbn Sînâ, cisimlerin üst yapısında görülen özelliklerin, altındaki gözlemlenemez fiziksel bileşenlerinden kaynaklandığından şüphe etmemiştir. Ancak bu durumu keşfedemediğini, eğer yapabilseydi bu durumun alt yapıdan kaynaklandığını gösterebileceğini ifade etmiştir.
  •  İbn Sînâ, Yeni-Eflatuncuların tabiatçı görüşlerini ise evrende gördüğümüz özellikler, suretler ile o nesneyi oluşturan maddenin bileşenleri arasında zorunlu bir bağ olduğunu söyleyerek eleştirmektedir.
  • O, bir şeyi oluşturan maddenin içeriğine ilişkin derinlemesine incelemenin o özelliklere dair bilgiyi artıracağını ileri sürmektedir. Bu iddiasını desteklemek için metafizik alanda Tanrının sadece varlık verdiğini iddia etmiştir.
  •  Tanrı’nın verdiği varlık maddi alt yapıya temas ettiği anda yeni bir adım atılarak o maddi alt yapı transforme olur ve dönüşür. Tanrı, hazırlanmış o maddeyi bilfiil hale getirir. Çünkü İbn Sînâ’ya göre Tanrı birdir ve ondan bir şey çıkar. O, Tanrı’nın bu şeylere nasıl varlık verdiğini bilemeyeceğimizi söylemektedir. Bu tamamen Tanrı’nın bileceği bir şeydir.
  • İbn Sînâ, meydana gelen varlığı oluşturan maddi alt yapının derinden incelenmesini, araştırılmasını aklen caiz görmekle birlikte bunun çok zor olduğunu söylemektedir.
  • İbn Sînâ’ya göre bütün bir evrene zerk edilmiş ontolojik bir varlık kuvveti bulunmaktadır. Bu varlık kuvveti her şeye nüfuz etmiş bir biçimde belirli maddi yasalara tabi olarak sürekli bir biçimde varlığı dinamize ederek hareketlendirmektedir. Bu varlık kuvvesi nesnenin bir yerinde parça olarak değil her yerinde bulunmaktadır. Bu yaklaşıma göre Tanrısal varlık verme ile onun tezahürü birbiriyle özdeştir. Tezahür ile varlık ilkesini birbirinden ayırt etmek mümkün değildir.
  • İbn Sînâ’ya göre Tanrının kendisinden başka bu evrende metafiziksel bir şey yoktur. Erken dönem kelâmcılarının da görüşü bu yöndedir. Onlara göre melekler, insanlar ve cinler de fizikseldir. Tek fark insanın kesif, meleklerin latif birer cisim olmasıdır. Fakat ortak fiziksel doğaya sahiptirler.
  • İbn Sînâ, Aristotelesçi perspektifi aşmaya çalışarak İslâm dünyasında açıklanamaz özelliklerin oluşturduğu boşluğu doldurmak için metafiziksel anlamlar yüklememiş, o boşlukların da fiziksel bir yapıya sahip olduğunu iddia etmiştir.
  • İbn Sînâ’ya göre Allah cansız şeyleri belirli fiziksel yasalara tabi bir biçimde canlıya dönüştürebilir. İnsanın yediği cansız şeyler ete, kemiğe, kana dönüşerek gıda haline gelmektedir. Gıda sinirlere, sinirler beyne gelerek bilincin zeminini teşkil eden nöronlara dönüşmekte onlar da bilinçle ilişkilendirilmektedir.
  • İbn Sînâ’ya göre asanın yılana dönüşmesinde Allah kendi adetini ihlal etmemektedir. Allah, Hz. Musa’nın elindeki asanın yılana dönüşmesinde bu çizgiyi takip etmiştir. Fakat Allah bu süreci çok hızlı bir şekilde gerçekleştirmiştir. Asa, birdenbire yılan olarak karşımıza çıktığı için ilâhi adet terk edilmiş gibi göründüğünden bu durum şaşkınlık yaratmaktadır.