İslam Düşüncesinde Amel/Eylem Nazariyesi
Amel ve Beka

🔸 İnsanoğlu hayatın bekasıyla ilgilendiği kadar başka hiçbir şeyle ilgilenmemiştir. Bu beka arzusu nihayetsiz şekil ve kısımları olan amelde tezahür eder.

🔸 İnsan amellerinden pek çok fayda ve netice beklentisine girer. Bu beklentisi sadece ölüm gelip çatıncaya kadar hayatını korumak ve z0runlu ihtiyaçlarını karşılamak hatta uzun yaşamaya matuf değildir. Bu amellerden beklentisi, amellerinin kendisini ebedi kılacağını veya ortaya koyduğu eserlerinin varlık sahasında devam edeceğini düşünerek ölümsüz olmaya matuftur.

🔸 Alman asıllı Amerikalı filozof Hannah Arendt (ö. 1975), “Modern İnsanın Durumu” adlı kitabında amelin bekadaki rolünü incelemiş ve insanın pratik hayatını ölüm karşısındaki konumunu dikkate alarak üç kısma ayırmıştır:             

  • Emek (الشغل)
  • İş (الصنع)
  • Amel (العمل)

🔸 Emek (الشغل), üretim ve tüketim üzerine bina edilen hayatın zaruri ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Modern insan ise maddi-zihinsel, bireysel-toplumsal her türlü beşerî faaliyeti emeğe dahil ederek onu aşırı şekilde kutsamıştır.

🔸 İş (الصنع), insanın sadece tabii hayatını korumak için değil hakiki hayatını muhafaza etme gayesiyle yapılır. İnsan bu alemde acil biyolojik ihtiyaçlarının kölesi olmaz, baştan sona kadar kendi zatının ve fiillerinin efendisi olur, böylece ortaya koyduğu yapıtlar baki eserler olarak kalıcı bir mahiyete bürünür.

🔸 Bu durum sanayi ve teknolojinin ilerlemesiyle çok geçmeden değişmiş; artık insan eskisi gibi işinin sebep ve sonuçlarına hâkim olmaktan çıkmıştır. Çünkü sürekli artış halinde olan otomatikleşme, tabii kuvvetlerin insani yapıtlar dünyasına nüfuz etmesine yol açmıştır. Böylelikle iş, emek derekesine düşmüş ve dahası beka ufku kaybolmuştur.

🔸 Amel (العمل), emeğin aksine temel hayati ihtiyaçları gidermeyle sınırlı özel alanla ilgili değil, eşit varlık olmaları itibariyle insanlar arasındaki ilişkiler için oldukça geniş bir alanla ilgilidir. İnsan burada genel işlerini icra eder ve yönetir. Burada eşya değil konuşma aracılığıyla diğerleriyle bağlantı kurar. Bütün bunlar insanı toplumsal hafızaya yerleştirir ve neticede insan bekadan nasibini alır. Bu durumda Arendt’e göre siyasi eylem, insana bekayı kazandıran husustur.

🔸 Arendt’in sandığının aksine siyasi eylem amel-i sakîl (mizanda ağır gelen amel) olamaz, çünkü insan amel-i sakîl ile yaradanına delalet eder. Siyasi aktör ise söz ve eylemiyle başkalarının kendisini görmesini ve işitmesini ister, nefsine delalet eder.

🔸 Özgür iradesiyle yaratıcıya delalet etmeyen beka, ancak vehmî bir bekadır. Çünkü bakî olan sadece yaratıcıdır. Hakiki beka ise ancak yaratıcıyla gerçekleşir.

🔸 Yaratıcısına delalet etmeyen her amel; kül, toz toprak, serap kadar hafif bir amel yani amel-i hafiftir (mizanda hafif gelen amel). Başka bir ifadeyle bu amel son tahlilde yok hükmündedir. Bu yüce kudreti ancak amel-i sakîl (mizanda ağır gelen amel) kazandırıyorsa, bu eylemde onu baki amel yapacak bir hususiyetin bulunması gerekir.

🔸 Bu hususiyet, amel eden kimsedeki ahlakın mevcudiyetidir. Öyle ki bu kişinin her amelinde ahlakı yücelir ve amelinde derinleştiği ölçüde ahlakı yükselir; yani salahı (صلاح) artar.