İslami Mirası Anlama Metodolojisi: İbdâ’ ve Taklid Arasında Yeni Bir Yaklaşım
Usam El-Beşir

İDE KONFERANS 2020-2021 | DERS NOTLARI

İslami Mirası Anlama Metodolojisi: İbdâ’ ve Taklid Arasında Yeni Bir Yaklaşım

  • Tecdid kavramı lügatte“eskiyi yenilemek” yani “asıl olan bir şeyin tazeliğini ona geri vermek, ona konan tozu kaldırmak” anlamına gelmektedir.
  • İslami ilimlerde tecdid dediğimiz zaman ise kastettiğimiz şey asılları üzerine ayakta duran bir binayı yıkmak değil bilakis onu ilk zamanki sâfi yeniliğine geri döndürmektir.
  • Kur’an’da tecdid kelimesi yer almaz ancak Nebevi sünnetten varid olan hadisler bağlamında Beyhaki’nin es-Süneni ve’l-Ahbar’ında, Hâkim’in Müstedrek’inde ve Ebû Dâvûd’un Sünen’inde nakledilen bazı hadislerde bu kelime geçmektedir. Bu hadislerin en meşhuru ise: “Her yüz senede Allah ümmete dinlerini tecdid edecek müceddid yollar” ve “İman elbise gibidir eskir, imanınızı yenileyin.” hadisleridir. Ahmed b. Hanbel’de bu hadisin farklı bir versiyonu olarak “İmanımızı nasıl yenileyeceğiz sorusuna ‘La İlahe İllallah’ lafzını bolca tekrarlayın.”  ifadesi yer almaktadır. Süyûtî bu hadis üzerine yazdığı Manzum dediği bir eserinde tecdid geleneğini sadece Şafii mezhebi üzerinden açıklamaya çalışmış ve kapsamı akide ve fıkıh ile sınırlandırmıştır. Ancak hiç şüphe yoktur ki bu kavram sadece bu iki konudan ibaret değildir.
  • Tecdid hayatın evrensel yasasıdır. Yenilenmeyen şey eskir. Tecdid,“aslı yıkmak, bozmak, değiştirmek” değil, “asla” irca etmektir.
  • Tecdid her ne kadar bu hadiste fert bazında bahsedilse de cemaatler/ topluluklar tarafından da yerine getirilecek bir misyondur.
  • Diğer bir kavram “takvim” kelimesidir. Konuşmanın başlığı “Tecdid-u’l-Menhec fi Takvimi’t-Turâs”dır. “Geleneksel Kültürel Mirasımızın Yenilenmesi İçin Yöntemde Yenilik” anlamına gelmektedir. Burada geçen “takvim” kelimesi sapma ve başkalaşmanın zıttı olarak düzeltme anlamındadır. “Kıyam” kavramı da bu kökten gelir. Bir şeyi ayağa kaldırmak, düzeltmek demektir. “Turas” ise Arap dilinde bir şeyin gerisinde kalan demektir. Ancak Kur’an-ı Kerim’de bu kelime çok daha geniş bir manada kullanılmıştır; hem maddi hem manevi mirası kapsar. Nitekim Kur’an’da birçok ayette bu kelimeyle aynı kökten gelen fiillerde kitabın miras bırakıldığından, hadislerde âlimlerin ilminin miras oluşundan, Peygamberin dinar-dirhem miras bırakmamasından bahsedilir. Bunun maddi mirasın ötesinde bir şey olduğu kastedilir.
  • Bizim burada kastettiğimiz eslafımızın bıraktığı kültürel miras, nazari-ameli birikimdir. Dinden ziyade tedeyyüne dair bir birikimdir. Din ve tedeyyün arasındaki fark önemlidir. Din Allah’ın bir hükmüdür. Tedeyyün ise ümmetin oluşturduğu mirası yani tasavvur ve tasarruflara dair oluşturduğu perspektifleri kapsar. İnsanların kültürel miras konusunda farklı eğilimleri vardır.
  • Bu konuşma  “müfredatlar ile geçen zaman ve çağların üzerinde toz bıraktığı asılları tekrar saf ve arî hale getirecek geri dönüş” üzerine olacaktır.
  • Kendisine işaret ettiğimiz geçmişten gelen kitap ve eser gibi maddi miras ile fikir, görüş ve gelenek gibi manevi miraslarımız İslam tarih ve Medeniyetinde önemli bir yere sahiptir. Bu miras; ilk olarak mirasın özellikleri, ikinci olarak, insanların bu miras ile yönelimleri, üçüncü olarak, İslami mirasımızın anlaşılması ve güçlendirilmesinde taklîd çerçevesinden ibda‘ çerçevesine doğru ufuklarının yenilenmesi olmak üzere üç farklı açıdan değerlendirilebilir.
    • Müslümanların kültürel mirası olarak bu miras, Rabbani/Nebevi hidayetin devamıdır. Referans açısından intisabı olan bir şeydir. Boşluktan çıkmış bir şey değildir. Kökeni olan bir şeydir. Sadece beşerî tecrübeye irca edilemez.
    • Geleneksel mirasımız epistemolojik anlamda kapsamlı görülür. Bu bakımdan içinde akide, ibadet, uygarlık ve medeniyet gibi tüm ilimleri kapsamıştır. Bu anlamda geleneksel mirasımız parçacı şekilde düşünülemez.
    • Bütün şer’î ve kevnî ilimleri kapsayarak zaman ve mekâna yayılmıştır. Belirli bir zaman ve mekâna hapsedilemez. Bu ümmetin mekânsal belirli tek bir merkezi olmamış Medine-i Münevvere, Dımaşk, Bağdad, Horasan, Gırnata gibi birçok merkezi olmuştur. Bir ırka da mahsus değildir, içinde Arap, Habeş, Türk, Berber, Hind, Fars gibi unsurların katkısı vardır.
  • Turas, yöntemsel disiplini olan bir sistemdir. Şer’îlik ile aklîliği bir denge içerisinde ele alır. Sahih makulü aradığı gibi menkulü de arar. Taha Abdurrahman’ın “Geleneksel Mirasımızın Düzeltilmesinde Yönteme Dair Yönelimler” adlı eserinde  ruhi değerle ilim arasındaki, ötekilerle doğru arasındaki bir dengeden bahsedilir. Ahlaki değer vardır, ancak realite de vardır. Ruhi değerler vardır, ancak objektif değerler de vardır. Bunların birbirinden kopuk şekilde değerlendirilmemesi gerektiğine yönelik Taha Abdurrahman’ın değerlendirmeleri bulunmaktadır.
  • Turasın bir diğer özelliği ise; realiteye bakışı düzeltmesinin yanında geleceğe dair bir perspektif de sunmasıdır.
  • Geleneksel birikimimizin karşısında üç farklı tavır bulunur.
    • Birincisi, kutsallaştırıcı, takdis edici yaklaşımdır: Bu yaklaşım durgunlukla, cumudla ilgili bir yaklaşımdır. Eslafın aklının ulaşılabilecek bütün her şeye ulaştığını ve son sözü artık söylediğini düşünür. Gazali: “İmkân içinde olandan daha mükemmeli yoktur.” der. Bu da “Olmuş olan şey en mükemmelidir” bakış açısıyla geçmiştekilerin zaten en mükemmel şeyi yaptığını düşünen bir bakış açısıdır. Bu bir düşünce inhirafıdır.
    • İkincisi, tebhis yaklaşımıdır: Geleneğin ehemmiyetini tenkis eden onu mahkûm eden, ona çamur atan bir yaklaşımdır. Noksanlaştırarak bakmak demek olup, geleneği hakkıyla takdir etmemek anlamına gelmektedir. Bu,  geçmişle ilişkiyi koparmayı öneren bir yaklaşımdır. Gerek fikir gerekse uygulama alanında böyledir. Bu düşüncenin pek çok ekolü bulunmaktadır. Bunlar, geleneği geleneğin birikimini bir gerilik olarak görür ve geleneğin karanlıkların kökünden gelen bir şey olduğunu söyler.
    • Üçüncüsü ise, takdir yaklaşımıdır: Bu yaklaşım değerlendirmeye ağırlık vererek yararlanabileceğimiz şeyleri görmeye çalışan bir yaklaşımdır. Takdir yaklaşımının belli başlı ilkeleri bulunur: Birincisi biz birikimle ilerleyen bir ümmetiz, bizi bugüne getiren bir birikim bulunmaktadır, bunun farkına varmak gerekir. İkincisi, bize Kur’ân-ı Kerim’de, hadislerde, sonradan gelenlerin öncekilerle ilgili bir hüsn-ü zan içinde bulunması gerekir. Üçüncüsü, bu birikimin kesbi-beşerî olduğunun farkına varmak gerekmektedir. Bu birikim ne kadar kıymetli ise de nassın kutsallığını ve ismet taşımamaktadır. Bizi nass gibi bağlamamalıdır. Dolayısıyla içtihada, ihyaya tecdide ve yeni eklemelere açıktır.
  • Hz. Ömer: “Hak kadimdir ve bugün verdiğiniz bir kararı kendinizde kontrol edip de yanlış bir şey söylediğinizi fark ederseniz hakka müracaat etmeniz batılla temadi etmenizden (ilişkinizi sürdürmenizden) daha doğrudur” sözü bir mektubunda geçmektedir. Demek ki dünkü yanlışı bugünkü gördüğümüz doğruyla düzeltmemiz gerekmektedir. İmam Şafiî, “benim içtihadım umuyorum ki doğrudur, ama hataya açıktır. Başkasının görüşünü de ben hatalı görsem de doğru olma ihtimali vardır.” der. İmam Azam Ebu Hanife bir fetva verdiği zaman çevredekiler der ki “sen bu görüşünle beraberinde batıl bulunmayan bir hak mı söylemiş oldun?” O da “kim bilir belki de beraberinde hak bulunmayan bir batıl söylemişimdir” cevabını verir. Görüşlerin mutlaklaştırılmadığını görmekteyiz.
  • Geleneksel mirasla doğru ilişki kurma noktasında dikkat edilmesi gerek hususlar şunlardır:
    • Öncelikle intisap tarafgirliğinden çıkmak gerekir. Parti intisabı, cemaat aidiyeti, mezhep, hareket, dava vs. gibi aidiyet olan şeylerin tarafgirliğinden mutlaka çıkmak gerekmektedir. Çünkü taassup gerçeği görmenin önünde bir perdedir.
    • Kültürel miras içinden cüz’î konulara takılmadan yöntemler çıkarmak gerekir. Taha Abdurrahman, Cabîrî’ye reddiye niteliğinde böyle bir konuya temas eder. Geniş bir menhec üzerinden geleneğe bakmak gerekir. Tek tek, kendi asıllarının meselelerini, müşkülatını ele alan eski birtakım söylemleri bugüne bir problem olarak taşımamak gerekir.
    • Teraviden (suyu kana kana içmek) sonra tehayyür, yani gelenekle ilgili bilgileri çok iyi özümseyip, çok yönlü öğrenip, bunun üzerine seçebilme yetisini kazanmak gerekir. Çok kıymetli madenler arasından, kıymeti daha az olanı seçebilme yeteneği gerekmektedir. Bunun için iyi bir tahsile ihtiyaç vardır.  İyi tahsili olmayanlar sadece yüzeysel öğrenen kişilerdir ki bunlar ehl-i tahkik/temyiz, olamıyorlar. Dolayısıyla onların seçtikleri şey de doğru olmaz.
    • Muasırların gelenek karşısında takvim ve ta’dil görevi vardır. Bunun için muasırların geçmiş birikime tahkik, tenkih, tetkik nazarıyla bakmaları gerekir.
    • Asli olan ile sonradan dışarıdan gelen şeyleri ayırmaya çalışması gerekir. Sabiteler ile değişkenler arasındaki farkları görebilmek içinde bu nazara sahip olmak gerekmektedir.
    • Geleneği iyi okumak yani zamansal ve mekânsal bağlamından koparmadan o bağlamı tespit etmeye çalışarak okumak gerekir. Böylelikle geçmiş problemler devamlılık içinde günümüzle irtibatlandırılabilir.
    • Bazı insanlar tecdidi ve gelenekle olan ilişkimizi belirli alanlara, ibadetlere hasretmektedir. Burada bir indirgemeci tavır bulunur. Tecdide daha geniş bakılmalıdır.
    • İ’tibar ve istismar: İ’tibardan kasıt ibret alma, istismardan kasıt ise olumlu yönlerini görmektir. Olumsuz yönlerinden ibret alma olumlu yönlerinden de faydalanma bakış açısıyla okumaktır. Geleneğin problemleri var, ders alınacak yönleri var ama olumlu yönleri de var. Olumlu yönlerinin üzerine bina kurmak gerekir. Ötekini de ona göre değerlendirmek ve ders almak gerekir.
    • Diğer bir husus, mekanizmaları yenilemektir.  Geçmişte oturmuş belirli düşünce mekanizmaları bulunur. Geçmişte olan şeyler meşruiyet ifade edebilir, ancak başka bir şeyin caiz olmadığını, haram olduğunu ifade etmez.
    • Geçmişe yönelik tavır sergilemek yerine üzerine bir şeyler eklemek, geçmişi anlamayı kolaylaştırıcı çalışmalar yapılması gerekir. Bu miras, asırlar boyunca değişken, kısmen zor dille gelmesi nedeniyle daha anlaşılır bir dille ve pedagojik üslupla da anlatılması gerekmektedir
  • İbdâ’ (yeni bir şey geliştirme olumlu anlamda geleceğe bakan) ile ittibâ (geçmişe bakan bağlılık sadakat) arasında bir ilişki mevcuttur. Tecdid kavramı ibdâ’ ve ittibâyı birlikte içerir.
  • İttibâ “uymak, tabi olmak” demektir.  “Benim neslimdekiler hayırlıdırlar, ondan sonrakiler daha az hayırlıdır” şeklinde bilinen hadise mebnî olarak “gerek sahabeye gerek tâbiîne ve selefi salihine uymak” demektir. Fakat bu cüzî meselelerde değil, bir “menhec olarak uymak” anlamındadır. İlle de fırkalarla alakalı olmak gerekiyorsa günümüzü şekillendiren cereyanlara bakmak daha faydalıdır.
  • İbdâ kelimesi de önceden örneği bulunmayan bir şey özgünlük ve yenilik ifade ettiği için yanlış anlaşılmaya müsaittir. Buradaki kastedilen, tecdidin içindedir. Yani aslı olan bir şeye o ilk mahiyetini kazandırmak manasında bir ibdâ olması gerekir.
     

Dokümanlar

Pdf Kapak

د. البشير