Hermenötik - Genel Çerçeve
‪Burhanettin Tatar


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 26 Şubat 2021

  • Hermenötik, “Hermes” kelimesi ile bağlantılıdır. Hermes, Yunan mitolojisinde, farklı dilleri konuşan tanrı-insan ayrımında, yarı insan-yarı tanrı olarak kabul edilir. Bu nedenle heykellerde bir yüzü ilahi âleme, diğer yüzü ise beşerî âleme bakar. Mitolojiye göre temel görevi ise insan ve tanrı arasında arabuluculuk yapmaktır. Arabuluculuk iki yabancı alan olan ilahi ve beşerî âlem arasında üçüncü bir dil oluşturmaktır.
  • Hermenötik veya Hermes’in görevi, birbirine yabancı olan iki husus arasında iki alanın karşılıklı olarak temasını ve birbirini anlamasını sağlayan, birbirine tahakküm etmeyen ara bir dil oluşturmaktır.
  • Hermes, bir mütercim olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat bu mütercimlik doğrudan tercüme eden anlamında değil, daima üçüncü bir ara dil üreterek çeviri yapan, iki dilin yabancılık unsurlarını ortadan kaldıran bir dil anlamındadır.
  • Sokrat,“Diyaloglar”da genelde arabuluculuk rolü üstlenir. Sokrat’ın esas görevi, konuşulan konuya uygun, ortak bir dil üretebilmektir. Bu uygun dil, farklı gruplar arasında ortak anlamayı mümkün kılar.
  • Platon’un “idealar teorisi”, Gadamer tarafından hermenötik bağlamında değerlendirilmiştir. Çünkü “idealar teorisi” genelde “bir”e ulaşmak için tasarlanmış görünmektedir. “Bir” demek nihai hakikattir. Fakat yaşlılık döneminde Platon “bir” yerine “iki” kelimesini kullanır ve insan ikinin ötesine gidemez, yani “bir”e ulaşamaz, der.
  • Gadamer, “idealar teorisi”nin insanların karşılıklı konuşmalarını mümkün kılan nihai zeminden bahsettiğini söyler.
  • “İki”, insanların bir şeyi anlayabilmesi için daima bir başkasına, özellikle de karşılıklı konuşmaya ihtiyacı vardır. Kişi tek başına hakikati kavrayamaz. Hay bin Yakzan, İbn Tufeyl tarafından kimse olmadan, bir dil öğrenmeden hakikate ulaşmıştır. Platon ise bunu kabul etmez.
  • Gadamer’in Hakikat ve Yöntem adlı eserinde Aristo’nun Hermenötik İlgisi diye bir bölüm var. Bu yazı, felsefe tarihi bağlamında oldukça önemlidir. Çünkü Gadamer, Aristo’nun ahlak teorisini bambaşka bir perspektiften ele almıştır.
  • Genelde ahlak, ahlaki kurallar ve bunların uygulanması gibi düşünülür. Aristo ise bunun bu kadar basit olmadığı kanısındadır. Çünkü kurallar, sadece hedefi söyler ama hedefe tam odaklanabilmek ve hedefi keşfedebilmek, bir deneme-yanılma ve tecrübe konusudur. Dolayısıyla Aristo’ya göre tecrübe ve deneyim olmadan ahlaktan bahsedilemez.
  • Hermenötik, daima beşerî bir tecrübenin işin içine girmesi yani salt zihinle, düşünerek bir şeyin anlaşılmaması demektir. Dolayısıyla hermenötik, hayatın içinden anlamadır, salt kurgusal bir anlama değildir.
  • Ahlak, daima bireyin yorumunu gerektirir. Bu anlamda insanlar, yoruma muhtaç varlıklardır.
  •  “İki”den kastedilen de yorum ve anlaşılacak şeydir. Yorum olmadan hakikat anlaşılmaz. Tek nihai hakikat dediğimizde ise yorumun ortadan kalkması söz konusudur.
  • Hermenötik kelimesi, kilisede kendisine başvurulan bir kelimedir. Kutsal kitabı yorumlama kastedilir. Modern dönemde buna teolojik hermenötik adı verilir. Fakat bu tabir Hermenötik kavramını karşılamıyor. Çünkü bu tanımla kutsal metni herkesin anlayacağı bir tarzda yorumlamak kastedilmiştir.
  • İslam dünyasında da durum benzerdir. Kelam, tasavvuf ve fıkıh gibi ilimlerimiz, büyük oranda kutsal metinlerin, bilimsel, anlamsal veya halkın anlayabileceği tarzda yorumlanması anlamına gelmektedir.
  • Orta çağda gerek kilisede gerekse İslam kelamında nihai amaç “bir”e, nihai hakikate ulaşmaktır.
  • “Bir” demek, “şek ve şüphenin olmadığı bilgi” demektir.
  • Dil dediğimiz husus ise, bize asla “bir”i veremez. Buna dilin çok anlamlılık sorunu denir.
  • Orta çağda İslam düşüncesi, fıkıh, kelam, filozoflar ve hatta tasavvuf, çok anlamlılığı aşma çabası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda Aristo mantığını kullanma zarureti açığa çıkar. Çünkü Aristo mantığı, dilin çok anlamlılığının beraberinde getirdiği muğlaklık ve riski bertaraf edecek şekilde kıyas yoluyla bizi nihai kesinliğe ulaştırabilir, diye düşünülür.
  • Modern hermenötikte ise “bir”e ulaşmak imkansızdır. Dil daima çok anlamlıdır ve hiçbir zaman yorumdan bağımsız gerçeklik anlaşılmaz ve “iki”yi aşamayız.

Temel İslami Yaklaşımlar Arasındaki Farklar:Kelam, Felsefe ve Tasavvuf

  • Bu üç akımın da temel amacı Mutlak varlık, Allah’a yönelmek ve her şeyi Allah’tan hareketle açıklama şeklinde aynı noktalarda birleşir.
  • Temel soru “varlık olarak varlık”tır.
  • Filozoflara göre ise kutsal metinler siyasi metinlerdir, yani toplum içindir. Teknik anlamda “bilgi” vermezler. Kutsal metinlerde “varlık olarak varlık” sorusunun cevabını bulamayız derler. Kutsal metinler daima dolaylılık bağlamında konuşurlar. Dolayımlı bir dil kullanırlar. Varlık üzerine varlık ise doğrudanlığın kullandığı bir dildir.
  • Filozoflara göre kutsal metinler daima iki üzerinden konuşur.
  • Filozoflar, Aristo mantığı üzerinden “bir”e ulaşabileceği düşüncesindedirler. “Metafizik” de kaçınılmazdır, çünkü metafiziğin anlamı da “bir”e ulaşmaktır.
  • Metafizik, fizik ötesi değil, fizik hakkında konuşmaktır. Deneye başvurmaksızın, akıl ve mantıktan hareketle fizik hakkında konuşmaktır. Dolayısıyla fizik, çokluğu “iki”yi ifade eder. Filozoflara göre deneysel bilim, bizleri hakikate ulaştıramaz.
  • Filozoflar, kelam ve fıkıhtan farklı olarak öncelikle metafizik yoluyla “bir”e ulaşmayı, sonrasında çok anlamlılığın ne anlama geldiğini fark etmek istiyorlar. Metafizik yapmadıkça çok anlamlılık içerisinde sadece taraf seçmeye başlarsınız, diyorlar.
  • Kelamcılar ise kutsal metinden hareketle bir düşünce üretmeye çalışıyorlar. Fakat açmazları da buradan başlamaktadır. Kelamcıların gözünde, kutsal metin daima “gibi” mantığıyla konuşur. “Şunun gibi, bunun gibi, ona benzer ama o değil”. Sıfatlara yönelik açıklamaları buna örnek verilebilir.
  • Kelamcıların amacı, bu “gibi”leri rasyonalize ederek asıl anlama ulaşmaktır. Ama ne yaparlarsa yapsınlar ne tam “iki”ye yaslanıyorlar ne de “bir”e gidebiliyorlar.
  • Kelamcılar, daha sonra Aristo mantığını benimseseler de durum değişmiyor.
  • onto-theo-logi. Varlık, tanrı ve bilgi. Heidegger’e göre, orta çağ düşüncesi bu üçünü birleştirmiştir. “Varlık tanrıdır, varlık gerçek ilim sahibidir.” 
  • Filozoflar “onto”dan hareketle “logi” yardımıyla “theo” ya ulaşmaya çalışıyorlar. Kelam ise “theo”dan hareketle “logi”ye ve “onto”ya ulaşmaya çalışır. Tasavvufta ise “logi” tümden iptal edilir. Çünkü anlamsızdır.
  • Filozoflar ve kelamcılar, “iki”yi aşma ve “bir”e ulaşma çabasındayken, mutasavvıflar ise “bir”e ulaşmak, ikinin geride bırakılması değil, “iki”nin içinde kalmakla mümkün olur, diyorlar.
  • Tasavvuf, “iki”den şunu kastediyor: Mantıkla “bir”e ulaşılmaz. Çünkü onlara göre Tanrı, bir zihin ve bilgi sorunu değildir. O, tecrübe konusudur, tecrübe ise çokluktur. “İki”, dilin bizatihi kendisidir. “Bir”e ulaşmanın çaresi ise “dili” tümden geride bırakmaktır.
  • Felsefe ve kelam, mantığı kullansalar da dil ile irtibatlıdır, tasavvuf ise dili bir merdiven gibi tasarlıyor. Dil, tasavvufi açıdan hem inşa edilen hem de yıkılan bir boyut kazanır.
  • Mutasavvıflara göre müzik de dil gibidir. Müzik aslında ikidir. Müzik de merdiven gibi iş görür ama bir zaman sonra müzik bitmek zorundadır.
  • Tasavvufa göre dünyada ne varsa “iki”dir. Bunların daha sonra geride bırakılması gerekir.
  • Tasavvuf açısından dil, “gibi”den ibarettir. Tanrı, dilin içinde anlaşılmaz. Dil aracılığıyla anlaşılır. Kelamda ise tanrı, dilin içinde aranır.

Modern Hermenötik ile İslam Düşüncesi Arasındaki Temel Fark Nedir?

  • Modern hermenötikte asla “bir”e ulaşılamayacağı düşünülür. Bunun en temel nedeni ise “beden” konusudur.
  • İslam düşüncesinde beden varken asla nihai hakikate ulaşılamayacağı düşünülür. “Beden”, ruh-beden ikiliğini üretiyor. Çünkü “beden” fizik demek, fizik ise çokluk.
  • Metafizik de bu amaçla kullanılmıştır. Metafizik, bedeni kullanmadan nihai hakikate ulaşma arzusudur.
  • Modern hermenötikte ise “beden” anlamanın temelidir. Zihin ve bilinç, bedenden hareketle anlar. Beden tecrübesini asla aşamaz. Bedeni dikkate almayan hiçbir yorum, sahici olamaz, kurgudan ibarettir. İslam düşüncesinin en temel sorunu ise bu kurguda kalmasıdır.
  • Modern hermenötiğin çıkış konusu tarih ve tarihselliktir. Fakat tarih, İslam dünyasında neredeyse hiç söz konusu olmamıştır. Tarih, beden sayesinde tecrübe ettiğimiz dünyanın zamansal çerçevede anlaşılması demektir.
  • Bedenden bağımsız anlayamamak ve yorumlayamamak, aynı zamanda “yüzleşmeden bağımsız” anlayamamak demektir. Yani insanlar daima bir gerçeklikle yüzleşerek bir şeyi anlayabilir.
  • İslam düşüncesinde “yüzleşme” hemen hemen hiç yoktur. Çünkü “tek”e ulaşmak, yüzleşmenin de geride bırakılmasını gerektirir. Bunun en temel örnekleri ise Hay bin Yakzan ve Fuzuli’nin Leyla ve Mecnun adlı eseridir. Bu eserde Mecnun, çöle yani yüzleşmenin olmadığı yere gider. Mecnun’un çölü, diyaloğun bitişi, “iki”nin bitişi ve “tek”in açığa çıkmasıdır.
  • Modern hermenötik, anlamayı toplumsal görür. Ben-sen, ben-o olmaksızın ben yoktur. Bu kavramlar arasındaki “tire” işareti, tarihi, dili, toplumu ve bunların toplamını yani geleneği temsil diyoruz. Anlama bir gelenek içinde anlamadır.
  • Modern hermenötik derken, Schleiermacher ve sonrasını kastediyoruz. Schleiermacher, teolog olmasına rağmen, hermenötik kelimesini, sosyal bilimlerin temeli olarak görür ve bunu evrenselleştirir. Bunun sonucunda dilsel ve teknik bir anlama yöntemi izler.
  • Dilthey, modern hermenötikte ikinci büyük düşünürdür. Tarihi işin içine sokar. Dilthey’a göre, tarihsel olarak dönemsel ayrımlar vardır ve biz bu tarihi ufka bakarak metinleri anlayabiliriz.
  • Dilthey’in en önemli kavramı ise dünyadır. Dünya kavramını dikkate almaksızın bir anlama mümkün değildir, der. Çünkü insan daima bir yaşama dünyasına sahip bir insandır. Kültür dediğimiz şey de böyle oluşur. Dolayısıyla metinler insanın bu dışlama eyleminden bağımsız anlaşılamaz. Zamanın ruhunu bilmek gerekiyor. Yorum da metin vasıtasıyla insanın bu dünyasının açığa çıkarılmasıdır.
  • Schleiermacher’da “yorum”, yazarın niyetini anlamaktır. Dilthey’de ise yorum, yazarın yaratıcı gücünü, bir şeyi nasıl açığa çıkardığını anlayabilmektir.
  • Dilthey, ilimleri, açıklama ve anlama olarak ikiye ayırır. Tabiat bilimleri, açıklama üzerinde giden disiplinlerdir. Buna göre bu bilimler, anlamazlar, sadece açıklarlar. Beşerî bilimler ise daha çok anlama üzerinedirler.
  • Heidegger’de ise hermenötik, insanın yeryüzünde var olma tarzıdır. Her insan, etrafındaki dünyayı yorumlayarak (as something) anlar. Bizler eşyanın nihai boyutunu bilmeyiz; onları yorumlayarak, bir şey olarak görerek anlamaya çalışırız. Bu bizim temel var olma biçimimizdir. Bu nedenle hermenötik, günlük hayat dediğimiz şeydir, günlük hayatı yaşama tarzımızdır. Bir disiplin veya entelektüel husus değildir.
  • Heidegger’de gelenek demek, dünyanın bize yorumlanmış şekliyle algılamak, demektir.
  • Gadamer, Heidegger’in hermenötiği pratik yorumlama tarzını kabul eder ama bunu biraz daha felsefileştirmeye çalışır. Çünkü Gadamer’e göre hermenötik, daima etkileme ve etkilenme sürecidir. Hem etkilenir hem de etkileriz. Dolayısıyla metinler bizi etkiler ama biz de metinleri etkileriz. Metinler bizim etkimiz dışında değildir. Gelenek ise etkileme ve etkilenme tecrübelerinin tümüdür.
  • Gadamer’de hermenötik, metinleri anlarken kişinin kendisini de anlamasıdır. Her anlama çabasında kendimize de yöneliriz. Kendimizi her defasında yeniden buluruz.
  • 20. yy. ’da çok faklı anlama teorileri ortaya çıktı. 1900’lü yılların başlarında en fazla etkiyi yapan kuramlardan bir tanesi “Yeni Aristoculuk” veya “Yeni Gerçekçilik” diye açığa çıkmıştır. Daha sonra yapısalcılık ve Rus Formalizmi belirmiştir. Sonrasında bunlardan hareketle “Post Yapısalcılık, Post Modernizm” açığa çıktı. Bunun akabinde “Okur Merkezli Yorum Teorileri” ortaya çıktı. Sonra Foucault’un ve Habermas’ın anlama tarzları ortaya çıktı ve hermenötik dediğimiz şey, gittikçe dallanıp budaklanmaya başladı.
  • Gadamer hermenötiğinin diğerlerinden farkı ise “metni anlamak, daima dünyayı anlamaktır.” Dünyadan soyutlanmış herhangi bir metin veya insan yoktur.
  • Hermenötik, daima bir örgü meselesidir. Biz tarihe, geleneğe örülmekte olan varlıklarız. Toplum içindeki bir örgünün parçasıyız. Biz dünyaya örülen varlıklarız. Kutsal metinlere örülürüz. Kutsal metinler de dünyaya, bize örülürler. Anlama dediğimiz şey ise bu örgüyü anlamadır.
  • Bunun karşısında ise “kurgu” vardır. İnsanlar örgü eylemi içinde bir de kurgu üretirler. Hermenötik açısından, kurgunun da örgünün parçası olduğunu anlamak önemlidir.