Müteahhirûn Dönemde Usûl ve Şerh Gelenekleri

İDE Akademi | Usûl Düşüncesi Tarihi: Osmanlı Dönemi | Ders Notu 01 | Prof. Dr. H. Tuncay Başoğlu

           Osmanlı Usûl Düşüncesinden Kastedilen Şey Nedir?

  • Osmanlı dönemi ilim çevresi, genel hatlarıyla müteahhirîn dönem İslam düşüncesinin devamı, bu dönemde geliştiği şekliyle İslamî ilimlerin varisi konumundadır. Müteahhirûn dönemi genellikle Fahreddin er-Râzi ve Âmidî nesliyle başlatılır. Bu nesille beraber İslam dünyasında ilmî, siyasî ve sosyal alanda meydana gelen değişimler, Osmanlı dönemini de belirlemiştir. Erken dönem ilim/düşünce mirasını da tevarüs etmekle beraber, Osmanlı usul düşüncesinde müteahhirûn dönemi çizgisi hakimdir.
  • Osmanlı ilim çevrelerinin 1400-1900 arasındaki uzun dönemi kendi içinde yekpare değildir. Osmanlı usul yazımı, erken müteahhirûn dönemiyle yahut 1400’lü yıllara kadar gelen dönemle aynı özellikleri mi taşır?  Böyle bir iddiada bulunmak mümkün olmasa da ilmî anlamda büyük bir dönüşüm veya kırılma yaşanmamıştır.
  • Osmanlı dönemi usul düşüncesine bazı sorular eşliğinde bakılabilir: 
  • Osmanlı usul düşüncesinden ne kastediyoruz? 
  • Osmanlı ilim dünyasının sınırları nerelerdir? 
  • Osmanlı dönemi usulü düşüncesi ve yazımının genel nitelikleri hakkında neler söyleyebiliriz?
  • Orta Asya, İran coğrafyası, Hint altkıtası, Fas ve Sahraaltı Afrika gibi bölgelerle eşzamanlı bir karşılaştırma yapıldığında Osmanlı usul düşüncesi hakkında ayırt edici unsurlar bulunduğu söylenebilir mi?
  • Osmanlı usul düşüncesinde hangi eserler, eser gelenekleri, hangi kişi veya ekoller etkili olmuştur?
  • Osmanlı eğitim sisteminde usulün yeri neydi, hangi eserler okundu, hangi eserler, neden tercih edilmedi?
  • Bu dönem için yeni ortaya çıkan usul meselelerinden bahsedebilir miyiz? 
  • Osmanlı hukuk düşüncesinde ve uygulamasında usulün yeri neydi? 

                                                                       ***

  • Osmanlı Devleti’nin kuruluşu 1300’lere dayansa da Osmanlıya has bir ilim çevresinin oluşması, 15. yüzyılı bulur. Öncesinde, 14. yüzyılda Osmanlı’nın dışında, Anadolu’nun farklı bölgelerinde medreseler ve ilim adamları olsa da Osmanlı merkezli bir ilim çevresinin oluşumu daha ileri tarihlerde söz konusu olmuştur.

           Müteahhirûn Döneminde Usulün Gelişimi ve Osmanlı’ya İntikali Nasıl olmuştur?

  • Osmanlı döneminde var olan usul çalışmaları, müteahhirûn döneminde oluşan usul gelenekleri ve eserlerine dayanır. Üzerine fazlaca şerh-haşiye yazılan eserler, örneğin Sadruşşerîa’nın Tavzih’i ve Taftazânî’nin Telvih’i; Îcî’nin Şerhu’l-Muhtasar’ı ve Nesefî’nin Menarı etrafında oluşan literatür ile bunların yanısıra telif edilen müsatakil eserler bunlardan sayılabilir. Şafiî ve Mâliki alimlerin yazdığı eserler de özellikle Cem’u’l-Cevâmî şerh ve haşiyeleri, Osmanlı döneminde önemli bir yer tutar. Söz konusu eserler Fahreddin Râzî sonrası dönemde ve medreselerin yaygınlaşmasıyla ortaya çıkan fıkıh usulü yazımı çerçevesinde şekillenen eserlerdir. Osmanlı döneminin 15. yüzyılı, erken müteahhirûn döneminin devamı niteliğindedir.

           Müteahhirûn döneminde usul nasıl bir şekil aldı? Hanefiler Müteahhirûn döneminde ne yaptılar?

  • Ebu Bekir el-Cessas ile Fahrettin er-Râzî arası dönemde yazılmış ve bir kısmı günümüze ulaşmayan 200 kadar usul eseri vardır. Bu dönemde belli başlı tüm usul meselelerinin tartışıldığı ve Gazali, Serahsi, Pezdevi gibi usulcülerin eserlerinde görüldüğü üzere olgunlaştığı söylenebilir.
  • Râzî ve Âmidî nesliyle beraber İslam ilim zihniyetinde önemli bir dönüşüm vukubulmuştur. Mantık kaidelerine ve Râzî’nin tahkik yöntemine uygun olarak ilmî meselelerin yeniden inşa edilmesi, ilimlerin konu, gaye, yöntem ve hedeflerinin yeniden tanımlanması, usul yazımında da önemli bir dönüşüme yol açmıştır. Mantık ilminin esaslarına riayet ederek konuları işlemek, tertip ve taksime tabi tutmak, meseleleri bir mantık örgüsü içerisinde sunmak ve yeni bir dil inşa etmek, Fahrettin er-Râzî’nin Nihâyetü’l-ukūl’da ve diğer kelam eserlerinde görülen bir yöntemdir. Aynı yöntemi el-Mahsûl’de görüldüğü üzere fıkıh usulüne de uygulamıştır.
  • Farklı mezheplerden âlimler, Râzî ve Âmidî gibi âlimlerin eserleriyle diyaloğa geçme ve intibak etme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bunun yanında Râzî-Amidi çizgisini felsefi bir çizgi olarak görüp eleştirenler de olmuştur. İbnu’s-Salah, İbn Teymiye, İbn Kayyım el-Cevziyye bu isimlere örnek olarak verilebilir.

           İlmî dönüşümle eşzamanlı ortaya çıkan gelişmeler?

           Moğol İstilası

  • Erken dönemde çok canlı bir ilim ve düşünce dünyasının varolduğu klasik doğuda, Moğol istilası sonucu neredeyse yıkılmadık şehir kalmamıştır. Makdîsî 4. yüzyılda yazdığı Ahsenü't-Tekâsim adlı eserinde, doğuda -Irak’ın doğusunda, özellikle Horasan ve Maveraünnehir bölgelerinde- hem büyük bir nüfus ve zenginlik olduğundan hem de İslam dünyasının ilmî anlamda en zengin şehirlerinin bu coğrafyada olduğundan bahsetmişti. Ona göre, âlimler buralarda sultanlar gibiydi. İbn Sina, Biruni, Gazali, Cüveyni, Serahsi, Pezdevi sözkonusu dönemde bu bölgede yetişen önemli âlimlerden birkaçıdır.
  • Moğol istilası sonucu ilgili bölgedeki âlimlerin bir kısmı Hindistan’a, bir kısmı Memlükler’e, bir kısmı Anadolu’ya sığınmıştır. Birbuçuk asır kadar sonra Timur, bölgeye eski ihtişamını geri getirmek üzere bu âlimler göçünü tersine çevirmek için beyhude uğraşmıştır. Çünkü daha önce başlayan ve Moğol istilasıyla birlikte ivme kazanan bir süreçte ilim coğrafyası büyük oranda değişmişti ve yeni ilim çevreleri ortaya çıkmıştı. 

           Mezheplerin İstikrarı

  • Eyyûbîler-Memlükler dönemine gelindiğinde mezhepler istikrara kavuşmuş, artık dört mezhep fıkhı büyük oranda benimsenmişti, diğer mezhepler ya yok olmuş veya etkisini yitirmişti. Mezheplerin istikrar bulması; kendi içinde tutarlı, güvenilir bir hukuk sistemi ihtiyacının bu mezhepler üzerinden karşılanacağı anlamına gelir. İnsanlar arası sorunları tutarlı bir şekilde çözüme kavuşturan, farklı uygulamalarla kargaşaya yol açmayacak bir kaza ve fetva nizamı ile istikrarlı bir hukuk sistemi kurulmasına çalışılmıştır. Mutlak müçtehidin yokluğu söylemi, aslında fertlerin müçtehid olamayacağını değil, artık mütekamil haliyle yeni hukuk geleneklerinin ortaya çıkmasının vakıa olarak mümkün olmadığını ifade etmekteydi.
  • Bir yandan usul ilminde, diğer yandan mezhep olgusundaki dönüşüm sonucunda fetva usulü ve kavaid ilmi gibi ara formlara ihtiyaç hasıl olmuştur. Mezhep içinde tutarlı bir sistem oluşturmak adına farklı kavillerin nasıl telif edileceği sorunu, mezhep içi bir fukaha hiyerarşisi ve fetva usulü geliştirilerek çözüme kavuşturulmuştur. İbnu’s-Salah’ın, fetva usulü ile ilgili eseri bu amaca matuftur. Edebü’l-fetva veya edebü’l-müftî ve’l-müsteftî literatürü İbnu’s-Salah’la beraber Müteahhirûn döneminde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. İbnu’s-Salah, Amidi-Râzî tarzı usul yazımına muhalif bir tavır ortaya koyarken, bir yandan da mezhep içi istinbat faaliyetinin nasıl yürütüleceği konusunda esaslar ortaya koymaya çalışmıştır.

           Coğrafi Değişimler 

  • Doğuda Moğol istilası, Batı’da Endülüs’ün kaybedilmesi, haçlı seferleri ile darülislamın eski sınırlarında bir daralma olsa da İslam coğrafyasının müteahhirûn dönemi boyunca genişlediği bir vakıadır. 
  • Osmanlı ilmiyesi, 15. yüzyılda, özellikle İstanbul’un fethinden sonra İslam dünyasında yeni bir ilim çevresi olarak ortaya çıkmıştır. Benzer bir durum, biraz daha geç olarak 17.yüzyıldan itibaren Hindistan ve Fas için söylenebilir. Endülüs’ün boşalması ile beraber Fas daha canlı bir ilim merkezi olmaya başlamıştır.

           Medrese Etkisi 

  • Medreseler Selçuklular döneminde kurulmaya başlanmıştır. Ancak medreselerin batıya doğru yaygınlaşması zaman almıştır ve buralarda yoğun bir şekilde faaliyet göstermesi Memlükler ve ardından Osmanlı ile olmuştur. 
  • Eyyûbîler’den önce Mısır-Biladuşşam hattında İsmailî-Bâtınî akideye sahip Ubeydî/Fatımi devleti vardı ve bu dönemde medrese yapılanması bu bölgede gelişmemişti. Zengiler, Eyyübiler ve Memlüklerle beraber bu bölge adeta yeniden sünnileşirken önemli ilim kurumları da kurulmuştur. Bu coğrafya, müteahhirûn dönemin erken safhasında İslam dünyasının dört bir tarafından gelen âlimlerin sığındığı ve ilmî faaliyetlerini sürdürdüğü bir merkez haline gelmiştir.
  • Medrese, eğitimin düzenli ve sistematik bir biçimde yapılmasını, standartlarının oluşmasını sağlamış, hocanın takrir ve imlâsından ziyade mezhepte kabul gören muhtasar-şerh türü eserler çerçevesinde bir eğitimi öne çıkarmıştır.
  • Medreselerde, öğrencilerin konulara intibakını hızlandırmak üzere bazı yöntemler geliştirilmiştir. Bunlardan en önemlisi muhtasar eser yazımıdır. Her ilim dalında muhtasar eserler yazılmaya başlanmıştır.
  • Fıkıh usulünde yazılar eserlerin bir kısmı doğrudan medreselerde okutulmak üzere Amidi, Râzî gibi önde gelen âlimlerin eserlerinin ihtisarı şeklinde ortaya çıkmıştır.
  • İhtisarların bir kısmı çok nitelikli değildir, temel düzeyde veya otorite isimlerin söylediklerini lafzen tekrar eden yahut ihtisar eden eserlerdir. Bir kısmı ise İbnu’l-Hacib’in Muhtasar’ında olduğu gibi aslına sadık olmakla beraber önemli katkılar sunarlar. 
  • Râzî ve Âmidî gibi usulcülerin eserleri sonrasındaki tartışmaları da dikkate alarak ilaveler getiren nitelikli ihtisarların yazılması, medreselerde bu eserlerin tercih edilmesine yol açmış ve sonrasındaki usul tartışmaları bu eserler etrafında gelişmeye başlamıştır. Bu çerçevede hem Râzî mektebinden hem de Amidi mektebinden muhtasar eserler etrafında İslam dünyasının farklı bölgelerinde şerh gelenekleri oluşmuştur. Benzer bir durum Hanefilerde de ortaya çıkmıştır.

           Şerh Geleneği Oluşturan Bazı Önemli Eserler 

  • İbn’ul Hâcib (ö. 646/1249) el-Muhtasar
  • Kadı Beyzâvî (ö. 691/1292) Minhacü’l-vüsûl
  • Tâceddin es-Sübkî (ö. 771/1370) Cem’u’l-Cevami’
  • Şehâbeddin el-Karâfî (ö. 684/1285) Tenkîhu’l-fusûl
  • Sadrüşşerîa (ö. 747/1346) Tenkîhul-usûl, et-Tavzîh

     Okuma Önerileri: 

  1. Usul-i fıkıh (DİA; TİA) 
  2. Yenilenme Döneminde F.Usulü, A.C. Köksal, https://islamdusunceatlasi.org/yenilenme-doneminde-fikih-usulu#  
  3. Tuncay Başoğlu, “Memlükler Dönemi Hanefî Usul Literatürü” 

      Hazırlayan: Meryem Şahin