Dönem Ödevleri 2022-2023

Ahlakın Evrenselliği Üzerine Değerlendirme
Fatma Büşra Öztürk

İDE AKADEMİ | DÖNEM ÖDEVİ 2022-2023


Özet
Ahlaki ilkelerin belirlenmesi, insanlık tarihi boyunca üzerine düşünülen, farklı teoriler geliştirilen bir konu olmuştur. Bu konuda öne çıkan iki yaklaşım vardır. Bunlardan ilki, ahlaki rölativizm ya da ahlakın izafi olduğu anlayışıdır. Bu anlayışa göre; ahlaki değerlerin belirleyicisi insandır ve bu değerler insana, zamana, toplumsal kabule göre değişmektedir. Ahlaki rölativizmin hareket noktası ahlak alanındaki ilke ve pratiklerin zamana, topluma göre farklılaşmasıdır. Rölativist ahlak anlayışında ahlaki değerler öznel karakterlidir, her bir birey ahlaki değerini kendi inşa etmek zorundadır ve tek bir doğru yoktur. Bu nedenle değerlerin doğruluğu/yanlışlığı sorgulanamaz. Ahlaki değerlerin belirlenmesinde öne çıkan ikinci yaklaşım ise; bireyden ve zamandan bağımsız olan ahlaki gerçekçilik ya da ahlakın mutlak olması anlayışıdır. Buna göre ahlaki değerler insandan, toplumdan, zamandan, kültürden, inançtan bağımsızdır. Bu anlayışta mutlak, nesnel ahlaki değerler mevcut olduğu için, bu değerlerin doğruluğu, yanlışlığından bahsedilmektedir. Ahlaki değerler insandan bağımsız var olduğu için bireyler bu değerleri inşa etmez, var olanı keşfetmeye çabalar. Bu çalışmamızda ahlaki değerlerin belirlenmesinde öne çıkan iki yaklaşımı iddiaları açısından ana hatlarıyla ele aldık.

Anahtar Kelimeler: Ahlak, ahlaki değerler, ahlaki rölativizm, ahlaki gerçekçilik, evrensel ahlak.

The determination of moral principles has been a subject that has been thought about throughout human history and different theories have been developed. There are two prominent approaches to this issue. The first of these is moral relativism, or the understanding that morality is relative. According to this understanding, the determinant of moral values is human, and these values change according to human, time, social acceptance. The starting point of moral relativism is the differentiation of principles and practices in the field of morality according to time and society. In the relativist understanding of morality, moral values are subjective in character, each individual has to build his own moral value, and there is no single right. Therefore, the accuracy/inaccuracy of the values cannot be questioned. The second approach that stands out in the determination of moral values is moral realism, which is independent of the individual and time, or the understanding that morality is absolute. According to this, moral values are independent of people, society, time, culture, faith. In this understanding, since moral values are absolute, objective, the correctness and falsity of these values are mentioned. Since moral values exist independently of humans, individuals do not build these values, they strive to discover what exists. In this study, we have outlined two prominent approaches to the determination of moral values in terms of their claims

Keywords: Morality, moral values, moral relativism, moral realism, universal morality.

Giriş
Kökeni, İngilizce morality, Arapça hulk/ huluk kelimesinin çoğulu olan ahlak, sözlükte huy, karakter, yaradılış gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise düşünürler tarafından farklı biçimlerde tanımlanmıştır. Ahlak, insanların yaşam boyu kendilerine referans aldıkları ilkeler/ kurallar bütünüdür. (Cevizci, 1999, 17) Bedia Akarsu ise ahlakı, belli bir dönemde yaşayan insanların benimsediği, toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar bütünü, bir kişi ya da toplum tarafından benimsenen eyleme ilkeleri olarak tanımlamaktadır. (Akarsu, 1998, 18) En genel anlamda ahlakı, bir yaşam tarzı, insanların uyması gereken kurallar bütünü ya da sahip olunması gereken ilkeler olarak tanımlamamız mümkündür.

Ortak bir tanımı yapılması her ne kadar zor olsa da ahlak, insanlık tarihi boyunca bireyleri meşgul eden bir konu olmuştur. Her şeyden önce bir insan kendine “neden ahlaklı olmalıyım, nasıl yaşamalıyım?” sorularını sorduğunda bile ahlakın temellendirilmesi meselesiyle karşı karşıya gelmektedir. Bu çalışmamızda ahlakın kaynağı zaman mı, insan mı, bizi ahlaklı olmaya iten ilkeler nedir ve bu ilkeler diğer insanlar için de aynı mıdır, insanlık olarak ahlaklı olmada ortak bir bakış açısı geliştirebilir miyiz? gibi soruları irdeleyeceğiz.

Ahlakın Mutlaklığı/ İzafiliği Meselesi

Ahlaki değerlerin insan ve zaman üstü, daima geçerli, evrensel değerler mi, yoksa zamandan zamana, insandan insana, toplumdan topluma değişen göreceli değerler mi olduğu ahlak felsefesinin önemli meselelerinden biridir. Tarih boyunca tartışılagelen bu konuda 3 temel yaklaşım öne çıkmıştır. Ahlaki tartışmalarda göze çarpan ilk yaklaşım ahlakın belli bir zamana hapsedilmesidir. Ahlaki rölativizm ya da ahlakın göreceli/izafi olması anlayışına göre; ahlak, toplumların algı, kültür, din ve düşünce biçimlerine göre şekillenen, yaşadıkları çağa göre değişebilen bir olgudur. Bu anlayışta mutlak, genel geçer, herkes için her zaman doğru olan ahlaki değerler yoktur, tüm değerler bireye, zamana, topluma göre değişmektedir. Görecelilik, tüm insanlar ve tüm zamanlar için tek bir doğru olduğunun kanıtı olmadığı düşüncesine dayanmaktadır. (Altunışık, 2018, 262) Nesnel hiçbir standardın olmadığı göreceli ahlak anlayışında, ahlaki değerler öznel bir karaktere sahiptir. Ahlakın ölçütü, bireyin öznel duygu ve düşünceleridir. Her insan ahlaki ilke ve değerlerini kendisi inşa etmelidir. İnşa edilen bu değerler bireye özgüdür ve biriciktir, başkaları için bağlayıcı değildir. Dolayısıyla doğruluğu/ yanlışlığı hususunda bir yargıda bulunmak imkânsızdır. (Cevizci, 1999, 23)

Değer; bireyin kendisinin ya da toplumun oluşturduğu, bizden bağımsız bir varlığı bulunmayan şeylerdir. Bu nedenle ahlaki değerler değişebilmekte, tek bir doğrudan, ahlaki değerlerin doğruluğu, yanlışlığından bahsedilememektedir. Çünkü bir bireyin ahlaki değeri, diğeri tarafından bir şey ifade etmeyebilir. Dolayısıyla bu yaklaşım açısından ahlakın evrensel olması mümkün değildir. (Özturan, 2019, 95)

Ahlaki rölativizm, bireylerin ve toplumların ahlaki inanç ve pratiklerde farklılaşmasını kendi lehine bir delil olarak kullanmıştır. Tarihin eski dönemlerinde toplumların normali olan bazı eylemler, bugün kınamaya konu olabilmektedir. Bu ve benzeri durumlar aslında evrensel ahlaki doğruların olmadığının, ilke ve doğruların zamana, insana ve toplumsal kabullere göre değiştiğini savunan rölativist ahlak anlayışına dayanak oluşturmaktadır. Bu kabule göre eğer ahlaki ilke ve pratikler evrensel olsaydı toplumdan topluma değişmezdi. (Yıldız, 2018, 51) Ancak bu yalnızca ahlaki ilkelerin objektifliği hususunda değil, insanlık tarihi boyunca değişen her şey için düşünülebilir. Örneğin, Orta Çağ’da kilise tarafından dünyanın düz olduğu, evrenin merkezinde dünyanın olduğu düşünülmekteydi. Uzun yüzyıllar boyunca hâkim olan bu görüş, yeni bulgular ile değişti, artık dünyanın yuvarlak olduğuna inanılmaya başlandı. Tarih boyunca dünyanın şekliyle ilgili farklı inanışlar olsa da, onun şekliyle ilgili objektif bir doğru olmadığı anlamına gelmemektedir. Nitekim bir konu hakkında çelişen farklı görüş ve uygulamalar olması o konuda objektif hiçbir doğrunun olmadığını değil, bazı görüşlerin doğru bazılarının yanlış ya da hepsinin birden yanlış olduğu anlamına gelmektedir. (Yıldız, 2018, 52)

Bir konu hakkında bir ilke bulunması tüm insanların bu ilkeyi aynı şekilde anlayıp uygulayabileceği anlamına mı gelmektedir? Rölativist anlayışa göre, eğer evrensel bir ilke olsaydı tüm insanlar aynı biçimde anlar ve uygulardı. Ancak bu anlayış da gerçekçi görünmemektedir. Örneğin, matematiksel bir ilkeyi düşünelim, bu ilke apaçık, evrensel bir doğru olmasına rağmen tüm insanlar bu doğruyu aynı şekilde mi kavrıyor? Ortada evrensel, mutlak bir doğunun olması insanların onu anlayacağı anlamına gelmiyor. Çünkü her insanın ilgi, kavrama, dikkat ve beceri düzeyi aynı değildir. Bu nedenle evrensel bir doğru da olsa tüm insanlar ortak bir anlayış ve pratik geliştiremeyebilir. Bu durum ahlak için de geçerlidir. Evrensel bir ahlaki ilke dahi olsa, tüm insanlar onu aynı biçimde anlayıp uygulayamaz ve o ilkelerde ihtilafa düşebilir. (Yıldız, 2018, 53)
Rölativizm, insanların anlaşmazlık ve farklı uygulamalarına dikkat kesilirken, uzlaşı içerisinde olunan ilke ve pratikleri göz ardı etmektedir. Nitekim insanlar bazı konularda fikir ayrılığında olsalar da uzlaşı içerisinde oldukları da pek çok konu vardı. Hangi döneme gidilirse gidilsin, hangi topluma bakılırsa bakılsın doğru ve yanlış kabul edilen eylemler vardır. Örneğin, hırsızlık, masum birini öldürmek vb. her zaman çirkin işler olarak kabul edilirken, dürüstlük, doğruluk, cesaret vb. her zaman iyi kabul edilmiştir Elbette olağanüstü durumlarda doğru olan şeyler her zaman uygulanamayabilir. Ancak bu durum, doğrunun duruma göreli olduğu, evrensel doğrular olamayacağı sonucuna ulaştırmaz. (Yıldız, 2018, 54-55)

Dolayısıyla ahlak alanında da farklı ilke ve uygulamaların olması ‘evrensel ahlak yoktur’ iddiası için tek başına yeterli bir gerekçe değildir. Kaldı ki neden ahlak alanı için düşünülen görecelilik, diğer başka alanlarda düşünülmemektedir? Bu bakış açısıyla bakıldığında başta bilim olmak üzere pek çok alan rölativizmden nasibini alacaktır. Zira hakkında bütünüyle uzlaşı olan, hiçbir farklı görüş ve uygulamanın olmadığı bir şey var mıdır? Ayrıca ahlaki rölativizm kendi kendine referansla tutarsızdır. Çünkü ahlaki rölativizm objektif ahlaki ilke olmadığı iddiasına dayanmaktadır. Peki, ahlaki rölativizmi neden objektif bir doğru olarak kabul edelim? Bu görüşü savunan insanlar olduğu gibi, makul bulmayan insanlar da olabilir. Dolayısıyla ahlaki rölativizm de evrensel/mutlak/genel geçer bir doğru değildir. Ahlaki rölativizmin kendisi de rölativist bir iddiadır.
Diğer taraftan, gerçekten de ahlaki değerleri belirlemenin tek ölçütü birey midir? Tüm zamanlar ve tüm insanlar için doğru olan değerler yok mudur? Elbette değer oluşturma faaliyetinin insana ve döneme bakan bir yönü olmakla birlikte, tek ölçütünün insan olduğunu düşünmek zordur. Çünkü her şeyden önce bireyi içinde yetiştiği kültürden, aileden, mensup olduğu dinden, sahip olduğu düşüncelerinden ayrı düşünmek mümkün değildir. Birey bir değer inşa ederken tüm bunlardan soyutlanamayacağı için öznel ve biricik bir ilke belirlemesi mümkün değildir. Kaldı ki insanlar bir yanlışı ahlaki ilke olarak edinemez mi? Hiçbir kriterin olmadığı yerde bir insanın benimsediği yanlış, diğer insanların özgürlüğünü kısıtlayabileceği gibi hiçbir eleştiri mekanizmasına da konu olamaz. Ayrıca hiçbir doğrunun üstün olmadığı, her doğrunun eşit derecede doğru olarak kabul edildiği bir teoride gerçekten neyin doğru neyin yanlış kabul edileceği keyfi bir faaliyete dönüşebilir. Ahlaki değerlerin göreceli olması neticesinde, bireylerin o veya şu sebeple gerçekten de kötü olan eylemleri haklılaştırması, toplumsal çatışma ortamının oluşması, ahlaka aykırı olan davranışların ahlakiymiş gibi yaygınlık kazanması mümkündür. Bir başka açıdan bakıldığında ise insanlar ve tutumları hayat boyu değişmektedir. Birey ahlaki ilke belirlemede tek ölçüt olduğunda bugün onun için ahlaki olan yarın gayri ahlaki olabilir. Bir değerin evrensel bir arka planı olmadığı yerde bireyler ahlaki olanı yapmamak için kendisine o veya şu sebebi bulabilir. Ahlaki ilkeyi uygulamada da yeterli motivasyonu bulamayabilir. Ayrıca insanoğlu yanılabilir, hataya düşebilir. “Bana göre ahlak” anlayışının neticesinde bir kişinin herhangi bir konuda yanılıp yanılmadığı anlaşılamayacaktır. Göreceliliğin kabul edilmesi durumunda elimizde eleştirilecek ve savunulacak hiçbir değerimiz kalmamaktadır. Her birey birbirinden farklı olduğu için yeryüzündeki insan sayısı kadar ahlaki ilkeler olurdu. Dolayısıyla ahlaki ilkeleri belirlemek bireyin inisiyatifine bırakılmamalıdır.

Ahlaki değerlerin belirlenmesinde öne çıkan ikinci yaklaşım ise; bireyden ve zamandan bağımsız olan ahlaki gerçekçilik ya da ahlakın mutlak olması anlayışıdır. Buna göre ahlaki değerler insandan, toplumdan, zamandan, kültürden, inançtan bağımsızdır. Bu anlayışta mutlak, nesnel ahlaki değerler mevcut olduğu için, bu değerlerin doğruluğu, yanlışlığından bahsedilmektedir. Bir diğer ayırıcı nokta ise ahlaki değerler insandan ve zamandan bağımsız olarak kendi başlarına var olduğu için, değer inşa sürecine gerek yoktur. Bu anlayışta aslolan şey mevcut değerlerin keşfidir. Bireyden bağımsız ahlak anlayışı, her zaman, her yerde, herkes için ortak değerlere bağlı kalarak eylemde bulunmayı gerektirir. Bunun neticesinde de insandan insana, toplumdan topluma, dönemden döneme değişmeyen, tüm insanlığın benimsediği ortak değerlere ve evrensel ahlaka ulaşmak mümkün olacaktır. (Özturan, 2019, 95)

Ahlaki değerlerin evrensel olduğunu düşünenler, insanın doğuştan ahlaki olanı yapma eğilimine sahip olduğunu, temel değerlerin aşkın ve akıllı bir varlık tarafından insana bahşedildiğini savunurlar. Onlara göre bu değerler metafiziktir, asla değişmez ve herkes için her durumda, her zaman bağlayıcıdır. Bu noktada değişenin ne olduğu irdelenmelidir. Değişen şey temel ahlaki ilkeler mi, yoksa o ilkelerin uygulanması sırasında ortaya çıkan biçimleri mi? Bu biçimlerin oluşmasında örf, adet, gelenekler, kanunlar etkili olmaktadır. (Arslan, 2010, 43) Değişen şey örf, adet, gelenekler, kanunlar iken ahlaki değerler sabit kalmaktadır. Ahlakın şekil ve öz olmak üzere 2 boyutu vardır. Değişim, ahlakın biçiminde meydana gelir. Öz kısmı ise değişimlerden etkilense dahi sabit kalmaktadır. Örneğin, saygı gösterme şekli toplumdan topluma, dönemden döneme değişse de, saygının kendisi büyük oranda aynı kalmaktadır. (Altunışık, 2018, 271)

Dönemsel ve toplumsal olarak ahlaki ilkelere karşı tutum değişse de, ahlaki değerlerin çoğunda uzlaşı vardır. Hangi döneme, hangi topluma gidilirse gidilsin sağduyulu her insanın kabul edeceği/etmeyeceği değerler vardır. Örneğin, ‘hırsızlık kötü bir eylemdir’, ‘işkence insanlığa aykırıdır’, ‘dürüstlük iyi bir erdemdir’, ‘insanlara saygılı olmak gerekir’ gibi ilkeler her insanın, her zaman kabul edeceği ilkelerdir. Nitekim ahlaki değerlere dair tutum ve uygulamalar farklı olsa da temel değerler mutlaktır. Her toplum için adalet önemli bir erdemdir. Adalete yüklenen anlam farklı olabilir ancak bu adaletin mutlak bir ilke, bir idea olması gerçeğini değiştirmez. (Altunışık 2018, 273)

Dolayısıyla ahlaki değerler mutlaktır, şart ve ihtiyaçlara göre değişmez, insandan, zamandan bağımsız olarak tüm insanlar için her zaman ve her yerde geçerlidir. Bu sayede insanlar nerede, nasıl davranması gerektiğini açık ve net bir şekilde bilir. Böylece iyi olanın benimsenmesi, kötü olandan uzak durulması kolaylaşır, toplumsal çatışma ve huzursuzluk azalır. Nitekim eğer göreceli ahlak anlayışı benimsenirse, kölelik, işkence vb. uygulamaların yanlış görülmediği toplumlarda kabul edilmesinin önü açılacak, karşı çıkılma imkânı da kalmayacaktır. Hiçbir üst değerin olmaması durumunda en kötü olana bile karşı çıkılamaz, doğru ve iyi olan savunulamaz. (Altunışık, 2018, 276)

Ahlaki değerleri belirlemek insanların bireysel duygu ve düşüncelerine bırakılamayacak kadar önemlidir. Yalnızca insanın belirlediği bir değerin her zaman, her durumda geçerli olması için yeterli gerekçe yoktur. İnsanın olduğu yerde yanılmazlık iddiasında bulunmak tutarlı görünmemektedir. Hiçbir üst değerin olmadığı bir dünyada tutarsızlık ve kargaşa olacağı da açıktır. Oysa temel değerlerin belirli olduğu bir dünyada insanlar neyi, nasıl yapması gerektiğini rahatlıkla bilebilir, ortak paydada buluşmak kolaylaşabilir. İnsanın zaaflarından, kendi beninden sıyrılmış üst değerler dünyayı daha yaşanabilir hale getirecektir. İnsanlık tarihi incelendiğinde insanlar ve toplumlar her alanda olduğu gibi ahlaki yönde de ilerleme ve gelişim kaydetmiştir. Her dönemde insanlara doğru gelen ve yanlış buldukları uygulamalar olmuştur. Evrensel değerlerin olmasaydı insanlar yanlış buldukları uygulamaları değiştirmeye, kaldırmaya çabalamazdı. Örneğin kölelik tüm dünyada devam eden bir uygulama olarak kalırdı. İnsanların savunacağı, eleştirebileceği değerlerin olması bu vb. uygulamaların gözden geçirilmesini, nesnel değerlerin de insanlığın tekâmül sürecine eşlik etmesini sağlamaktadır.

Ahlaki değerlerin belirlenmesinde öne çıkan üçüncü yaklaşım ise, görecelilik ve evrenselliğin uzlaştırılma çabasıdır. Buna göre, değerler zamana ve insana göre değişir yani görecedir ancak özleri itibarıyla zaman ve insanüstüdür. Böylece görecelilik ve evrensellik karşıt iki görüş olmaktan ziyade birbirini tamamlayan bir düşünceye dönüşmüş olmaktadır. Toplum olarak ortak bir zeminde buluşabilmek, uzlaşı içerisinde yaşayabilmek büyük oranda evrensel değerlerin varlığına bağlıdır. (Arslan, 2010, 42; Altunışık, 2018, 272) Değerler oluşum açısından metafizik, uygulama ve seçim açısından bireyseldir. İnsana bahşedilen akletme ve vicdan muhasebesi yapma kabiliyeti sayesinde ahlaki değerler, insan zihnine ve yaşamına içkindir. Ancak bu değerleri uygulamak, nerede, kime, nasıl uygulayacağına karar vermek insanın öznel değerlendirmesine bağlıdır. Dolayısıyla değerleri uygulama şekli zamanla değişmekte ise bile temel değerler zamandan ve insandan bağımsız bir şekilde var olmaya devam etmektedir.

Değerlendirme
Çalışmamızın sınırları ve sınırlılığı içerisinde ahlakın göreceliliği/mutlaklığı meselesini ele almaya çalıştık. Buraya kadar yer verdiğimiz ve sınırları aşmamak için değinemediğimiz bilgiler ışığında ahlaki ilkelerin tüm insanlığı ve zamanı kuşatan evrensel bir boyutu olduğunu, pratiğe geçirme aşamasında ise insana ve topluma bakan yönü olduğunu düşünüyoruz. Bir değerin evrensel bir arka planı olmadığı yerde bireyler ahlaki olanı yapmamak için kendisine o veya şu sebebi bulabilir. Diğer bir ifadeyle ahlaki olanı yapma hususunda her zaman istekli olmayabilir. Hiçbir doğrunun, yanlışın olmadığı yerde ahlaki olan /olmayan ayrımı ortadan kalkacağı gibi, hiç kimse doğru olanı da savunamayacaktır. Bu noktada birey veya toplum tarafından kabul edilmeyen doğrular çıkması da muhtemeldir. Bu durumda ahlaki olanı uygulamak için hiçbir haklı gerekçe olmayacaktır. Diğer taraftan göreceliliğin kabul edilmesi durumunda eleştiri ve özeleştiri mekanizmaları devre dışı bırakılmak zorunda kalınacaktır. İnsanlık açısından en kötü olanın bile meşru zemin bulmasının önü açılacaktır.

Bireysel ve toplumsal farklılıklar ahlaki değerlerin belirlenmesinde etkili olsa da bütünüyle ahlaki değerleri domine eden bir unsur değildir. Eğer böyle olsaydı, toplumda -büyük ölçüde- uzlaşı sağlanamaz, neyin doğru neyin yanlış olduğu hususunda bir kanıya varılamazdı. Öznel değerlerin ve uygulamaların neticesinde de ahlak bireyin kendi faydası, hazzı için bir araca dönüşürdü. Ayrıca “bana göre ahlak” anlayışı neticesinde çelişkili durumlar eşit değerlendirilir, tutarsız uygulamalar ortaya çıkardı. Her şeyin görece olduğu bir dünyada, hiç kimse genel olarak nasıl davranılacağını kestiremez. Ahlaki değerlerin bilinmesi insanların nasıl eylemde bulunacakları konusuna açıklık getirmektedir. Herkesin kendi doğrusunun olduğu bir zeminde sorunların çözülme ihtimali yoktur. Bugün artık insanlık olarak yaşadığımız sorunları çözebilmek için temel ahlaki değerlere dönmeli, bu değerleri herkes için eşit bir şekilde, adaletle işletmeliyiz.

Konu oldukça ilgi çekici ve kapsamlıdır. Bu nedenle son sözü söylemek zordur. Çalışmamız detaylandırılmaya muhtaçtır.

Kaynakça
Akarsu, Bedia. Felsefe Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İnkılap Kitabevi, 7. Basım, 1998.
Altunışık, M. Akif. "Bireysel - Toplumsal Farklılıklar ve Ahlaki Görecelilik Sorunu". AUID, (Haziran, 2018) c. 6, sayı: 10 , 261-282.
Arslan, Hulusi. Ahlâkın Evrenselliği Açısından İslâm ve Modernizm. İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Güz 2010/ 1(2) 41-60.
Cevizci, Ahmet. Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları, 3. Basım, 1999.
Özturan, Hümeyra. Ahlak Felsefesinin Temel Problemleri Seçme Metinler. İstanbul: İLEM Yayınları, 2. Basım, 2019.
Yıldız, Ahmet.. Ahlaki Rölativizm Eleştirisi. Bilimname, XXXV, (2018/1 ) 49-70.