ÇAĞDAŞ YORUMBİLİM KURAMLARI-I | PROF. DR. OSMAN BİLEN


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 1 MART 2021

Kavramlar üzerine: Yorumbilim/Yorum bilgisi/Hermenötik:

  • Bilimin temeli yöntemdir ve bunu vurgulamak için yorumbilim kavramı kullanılmıştır.
  • Hermenötik kelimesinin bir bakıma günümüz Türkçesi'ndeki karşılığı yorumbilimdir.

Hermenötik Kavramının Tarihteki Kullanımı

  • Hermenötik kavramı, bizim medeniyetimiz ve kültürümüzde 9. ve 10. yüzyılda tanınmaya başlamıştır.
  • Bişr b. Matta, Aristoteles'in mantık eserlerini çevirdiğinde bu kelimenin Arapça karşılığını önermekte zorlanmış, Hermeneu kelimesini aynı şekilde korumuştur.
  • İbare, bizim kelimelerle ya da dış dünyayla kurduğumuz bağları ifade eder. Dil, insanla-insan, insanla-tabiat arasında kurulan bağlantıların tümüdür. Bu manada biz ona en geniş manada dilsellik diyoruz.
  • Bu yorum sorununa veya bir şeye işaret ettiğimizde kastedilen şeye de anlam diyoruz.
  • İki sorun var: anlamın tespiti ve kurulan bağın doğrulanması yani arada kurulan bağlantının doğrulanmasıdır.
  • Hermenötik adıyla tekrar canlandırılan bu tartışmanın felsefi boyutu, özellikle 2. Dünya savaşından sonra yeniden gündeme gelmiştir.
  • Bu kavramın Hristiyan ilahiyatında kutsal metinlerin çevrilmesinde /yorumlanmasında İslam literatüründeki tefsir anlamında kullanılmış olmasına işaret ederek ihtilaf dile getirilmiştir.
  • Yorumbilim kavramı çerçevesinde, en geniş anlamda insanın kendi yapıp ettiği kendi çabalarıyla oluşturduğu bilim, kültür, sanat, kurumlar yani, devletten eğitime, çeşitli toplumsal gruplara, yapılara, kimliklere kadar hepsini içine alan yapıya “doğal dünyanın karşısında olan” anlamında “tarihsel dünya” adını veriyoruz. İnsan bedenen doğanın bir parçasıdır ancak başka bir yönüyle de tarihin parçasıdır.
  • İkinci olarak insanın dil aracılığıyla aktardığı bir gelenek ve kültür vardır. Sosyal dünyamızı diğer adıyla tarihsel dünyamızı oluşturur.
  • İlk defa hermenötiği bu manada müstakil bir yöntem olarak ele alan, insanın oluşturduğu bu tarihsel dünyanın anlaşılması, yorumlanması açısından tıpkı tabiat bilimlerinin yöntemi gibi bir yöntem düzeyine yükseltmeye çalışan ilk kişi Alman filozof Dilthey’dir.
  • Dilthey’in kullandığı ilk tabir beşeri bilimlere giriştir.
  • Beşeri bilimlerin yöntemi olarak hermenötiğin önerilmesinin sebebi, beşeri bilimlerde de bilimsellik vasfı kazandırabileceğimize dair bir öngörüdür. Yahut bir ideal için bu kavramı ortaya atmıştır. Bu kavramı ortaya atarken Dilthey Kant'tan esinlenerek “tarihsel dünyanın kritiği” adını vermiştir.
  •  Bilimsel yöntemin kendisi yöntemin temellerini açıklamak zorunda değildir.
  • Dilthey‘in önerdiği şey şudur; doğa bilimlerinin yöntemi ‘açıklamak‘ ise, beşeri bilimlerin yöntemi de ‘anlamak’ olmalıdır.

Klasik Dünya’da Anlamak

  • Anlamak klasik dünyada sorun haline getirilmemiştir. Sorun, bir metnin anlaşılmasının genellikle ya dil üzerinden ya da tanıklar üzerinden mümkün olmasıdır.
  • Biz tarih üzerinden bir şeyi biliriz diyebiliriz. İslam geleneğinde bu tür bilgilere bilgi kaynağı olarak haber denir.
  • Bir olay tanıkların bizzat tecrübe ettiği, tanık olduğu, gördüğü şeyleri aktarması yoluyla öğrenilir. Bu durumda o anlama, bu aktaran kişilerin güvenilirliği, karakter özelliklerindeki tutarlılığı gibi hadis usulündeki hususlar üzerinden gerçekleşir.
  • Anlamak, dilin imkânları, gramer kurallarına uygunluğu, kelimenin kökeni üzerinden doğrulanmaya çalışılır.
  • İslam geleneğinde oluşan usul ilimleri söz konusu olduğunda örneğin Kur'an'ı anlama ve açıklama çabasına tefsir ismi verildi.
  • Oysa bu tefsir kelimesi İbn Sad, İbn Kesir gibi tarihçi diye bilinen kişilerin eserlerini anlamak veya yorumlamak amacıyla kullanılmadı.
  • Tefsir, te’vil kavramları özel anlamlar kazandı. Bunların anlaşılması ve yorumlanması şerh olarak adlandırıldı. Bir şerh yapmakla, bir tefsir yapmak arasındaki ortak noktaların sistemleştirilmesi gibi bir yol izlenmedi.
  • Hermenötik kelimesine yüklenen yeni anlam, geleneksel usullerin ilgili olduğu paydaşlarının tamamını içine alacak genişlikte bir araştırma alanı olarak anlama ve yorumlama faaliyetlerinin sorunlaştırılmasıyla ortaya çıktı.

Modern Zamanda Anlamak

  • Anlama ve yorumlama faaliyetinin paydaşları neleri içerir; her şeyden önce insanların günlük münasebetleri, karşılıklı iki kişinin konuşması dahi bizi bir hermenötik sorunla karşı karşıya getirir.
  • Bu konuda iki temel görüş gelişti modern zamanda. İki görüşü birbirinden ayıran temel iki soru: anlamak mı yoksa anlamamak mı olağandır?
  • “Anlamak olağandır” diyenler, insan iletişiminde de insanın sözle, dille ilişkisinde olduğu gibi başkalarıyla ilişkiyi de bu yolla kurar. Bu en genel manada dilselliktir.
  • İster tabiatla ilgili bir gözlemimizi aktaralım, istersek evrene dair bir tasavvurumuzu aktaralım ya da bir duygu paylaşalım, her birini dil ile yapıyoruz.
  • Hermenötiğe bu anlama rolünü yükleyen bir grup filozof, düşünür, yazar veya bilim adamı, anlamanın esas olduğunu, anlamazlık durumunda, yani anlamanın bir sekteye uğramasının yaşandığı hallerde sorunu çözmek için bir yöntem ihtiyacının var olduğunu dile getirdiler.
  • İkinci grup “anlamamak esastır”, anlamak için özel bir yöntem geliştirmek gerekir dediler. Anlamamayı esas alanlar için de anlamak ancak bir yöntem sayesinde mümkündür. Hem Anlamaya götüren hem de onu engelleyen hususlar
  • Bu hususlar zaman, mekân, dil ve halet-i ruhiye yani o konu ile ilgili yargılardır.
  • Önyargı Rönesans’tan beri genellikle olumsuz bir mana barındırır. Bu önyargılardan kurtulamayacağı gerekçesiyle beşeri bilimlerin bilim sayılmaması gerektiği anlayışı benimsenmiştir.
  • Beşeri bilimlerin bilimselliğini ispat etmek için onların nesnel yöntemlerinin geliştirilmesi ihtiyacı buradan doğmuştur.
  • Bu hususlara baktığımızda mekân anlamaya nasıl engel olur?
  • İhvan-ı Sefa‘dan beri bazı Müslüman düşünürlerin örneğin İbn Miskeveyh'in Tecaribu’l-Umem’de, İbn Haldun’un da Mukaddime‘de vurguladığı gibi mekânın bu coğrafi şartlarla birlikte somut kültürel hayatı etkilemesi, iletişimin aracısı olan dili de etkiler.
  • Bir diğeri zamandır. Karşılıklı konuşan insanlar arasında da zaman farkı olabilir.
  • İnsanın zamanla ilişkisi üç boyutludur, zihnen geçmişe gidebiliriz, geleceğe dair bir hayal kurabiliriz ve şu âna odaklanabiliriz. Sufilerin ön plana çıkardığı sufi ya da el-insan hüve ibnü’l-vakt kavramına bir de bu açıdan bakmamız gerekir.
  • Geçmişe ait bir metni okuyan kişi o ana gidebilir mi, bu engeli nasıl aşacaksınız? Bu çok önemli hermönetik bir sorun.
  • Tarihsellik-evrensellik tartışmasının bir boyutu burası ile alakalıdır.
  • Kişinin dille ilgili ünsiyeti, aşinalık derecesi, kelimelere aynı anlam yüklenmesi en önemli hermenötik sorunun kaynağıdır.
  • Dil aynı zamanda bize bir nesne hakkında çeşitli yargıları taşıyan bir araçtır.

Dil ve Gelenek

  • Anlamanın olağan olduğunu savunanlar anlamayı kolaylaştıran şeyin dil olduğunu söylediler. İkincisi de anlamın taşıyıcısı olarak zaman içinde süreklilik arz eden gelenektir.
  • Tarih, aramızdaki zaman mesafesini açan bir kavramdır. Yaklaştıran ise zaman içerisinde süreklilik kazanan kavramlara verdiğimiz isim olan gelenektir.
  • Ama bazı şeyler var ki tarihte kaldı. Zaman mesafesi kapatılmayan belli şeyler vardır.
  • Mekân farkının oluştuğu durumlarda dil aracılığıyla başka bir kültürden yapılan tercümelerle aradaki fark kapatılabilir.

Güven Hermenötiği ve Eleştirel Hermenötik

  • Anlamayı kolaylaştıran yargıların gelenekten gelmesi her zaman olumsuz değildir.
  • Gelenek bizi nesneye yönlendiren temel bilgilerdir fakat bu yargıyı geçici yargı olarak, nesnenin kendisini esas alırsak bu yargıları da nesnenin kendisine sorgulatırsak anlamanın doğruluğu için bir ölçü bulmuş oluruz diyen Gadamerin yaptığı şeye güven hermenötiği diyoruz.
  • Anlamanın doğal olduğunu sayan kişiler, güven hermenötiğinin yanında yer alır.
  • Gadamer her ne kadar tarihten, gelenekten, dilden ve var olan bilgilerimizden kaynaklanan yargıları peşinen olumsuz görmeyip, nesnenin, kendisine yargılatsa da nihai ölçüte yine de nesne karar vermiş olur diyerek nesnel yorum kuramı ortaya atmaya çalışmıştır.
  • Bu nesnellik doğa bilimlerindeki nesnellikle aynı mı? İşte burada o dilin imkânları içinde, Almanca da Ding yerine Sache kullandı. Yani buradaki nesneden ziyade önemli olan konudur.
  • Anlamanın doğal olmadığını savunanlar eleştirel hermenötiğini ortaya koydular. Bu daha çok Habermas‘la şöhret buldu.
  • Ama Habermas'tan daha derinlikli olan ve hümanist dil konusunda doktora yapan Karl Otto Apel’dir.
  • Öbür taraftan, Levinas gibi bazı Fransız çevreleri, bu tartışmayı başka yere taşıdılar ve daha çok nihilizme kaydılar.
  • Nihilizim, anlamanın imkânsız olduğunu çünkü anlam diye bir şeyin olmadığını iddia eder, dolayısıyla anlama sorununu tartışırken mutlaka belli bir metafizik kabuller devreye girmektedir. Bu manada Gadamer metafiziği savunmakla eleştirilmiştir.
  • Eleştirel hermenötik, anlamanın önünde tarih, dil gibi engel olarak görülenlerin sebeplerine gitmeyi önerir. Sebebi iktidar ilişkisidir.
  • Eleştirel hermenötikte insan iletişimini etkileyen husus iktidar ilişkileri üzerinden değerlendirilmelidir der ve iktidar ilişkisinin kabaca güç ilişkisi olduğunu söyler.
  • Geçmişte olan bitenleri bu iktidar ilişkilerinden ayıklamamız neredeyse imkânsızdır çünkü iktidar sahibi olmayanların söylemleri yazılı kaynaklara girememiştir.
  • İşte bu yüzden de tarihçilik ekolünde de sözel tarihçilik bu iktidar zümrelerinin dışında kalan çevrelerin sosyal hayatını, dünyaya bakışını yansıtmak, onları tarihe eklemlemek amacıyla yapılmıştır.

Nihilist Hermenötik

  • Dilin menşei ile ilgili bir felsefi tutum vardır. Bu sorun bizde tefsir tartışmalarında ortaya çıkmaktadır. Bu tartışmalar yazı mı öncedir, söz mü öncedir? sorusuyla başlar.
  • İnsanlar bir kayaya çeşitli suretler çizmiştir. Örneğin Mısır biyografilerini biliyoruz. Kuşlar var, hayvanlar resimleri var. Yazı öncedir diyenler dilin, bu işaretleri sembolleri seslendirmek suretiyle ortaya çıkmış olduğunu söylerler.
  • Dilin menşei konusundaki bir tutum nasıl bir nihilist yorum kuramına götürür? Yorumlanacak bir şey yok demek istemektedirler.
  • İkincisi Derrida’nın reference - deference dediği, anlam dediğimiz şey. Yazının erteleme özelliği vardır ya da daha öncekine atıfta bulunarak bizim geriye gitmemizi ister. Esas gerçekliği ilk referanstan başlatmayı ister. Onun da önüne zaman, mekan gibi engeller çıkar.
  • O yüzden anlam dediğimiz şey dipsiz bir kuyu gibidir. Anlamlı bir şey bulacağımız beklentisini yaratan yazının bizatihi kendisidir.
  • Bu nihilist yaklaşım “insanların anlam dediği, hakikat dediği şey bizatihi yazının yarattığı bir şeydir, bunun dışında bir şey yoktur” der. Bu felsefi anlamda nominalizmin yazıya yüklenmesidir.
  • Her şey bir isimden ibarettir. Bu metafiziksizlik durumu konuyu bu noktaya getirmiştir.
  • Bunun psikolojiye ya da başka alanlara uyarlanması da şu şekildedir; eğer anlatımın kendisi bir yazıyı belirleyen şey ise aynısını söze uygulayan Lacan gibi filozoflar da psikolojik kuram, psikoloğa ya da psikiyatriste gelip hikâyesini anlatanların aslında bir hikâyelerinin olmadığını bu hikayeyi uyduran şeyin anlatımın kendisi olduğunu iddia etmişlerdir. Yapılacak iş o kişinin hikâyesinden bazı parçaları alıp hikâyesini yeniden kurarak sorunu çözmektir.
  • İktidar dediğimiz sebep psikoloğun ya da psikiyatristin o konudaki uzmanlığına, yani bilginin iktidarına, otoritesine güvenme noktasına varmıştır.
  • Anlama klasik dönemde hiç problem olarak görülmemiştir.

İfadenin Dört Unsuru

  • Yazılı ya da sözlü bir ifadenin mutlaka etrafını çevreleyen dört unsuru vardır.
  • İlki ifadeyi kullanan kişinin zihin halidir. Buna anlamanın ya da anlamın psikolojik boyutu diyoruz.
  • İfadeyi zihnimizdeki bir tasavvurun dışa vurumu olarak alırsak ki zaten ifade kelimesinin kökünde o vardır, İngilizcesi expression veya Almanca’da Ausdruck zaten dışarı kışkırtılan dışarıya salınan, ifraz edilen demektir.
  • Muhatabın durumu da önemlidir. Muhatabın da içinde bulunduğu bu dörtlü unsuru dikkate almak gerekiyor.
  • Modern hermenötik tartışmaları bizim geleneksel tefsir, şerh, haşiye te’vil gibi kültürel geleneğimiz içindeki anlama yorumlama sorunlarını aşan, çeşitli yönleri ele alan yeni bir yaklaşımı da getirir.
  • Bizdeki tartışmaları Emevi dönemine göndermek, bütün kurucu kavramların o zaman oluştuğunu iddia etmek gibi genelleştirici yaklaşımları bertaraf etmenin yolu bunları yok saymaktan değil bu yöntem tartışmalarının farkına varmaktan geçer.
  • Daha önceki yaklaşımlar muhatabın durumunu hiç dikkate almadılar ancak İslam geleneğinde bu soruyu en çok yönelten, tekrar ele alan kişi İbn Haldun’dur.
  • Kuran-ı Kerim'e dair, her şey bu kitapta vardır şeklindeki anlayışı İbn Haldun şu açıdan değerlendirir; bu bildiğimiz şu evrendeki her şeyin varlığı manasında alınırsa bunu ilk muhataplarının bu şekilde anladığına hamledemeyiz.
  • Var olanların bilgisine erişmeyi bize bırakılan bir şey olarak değerlendirir. Dolayısıyla sonraki nesillerin gerçekleştireceği bir anlama sorununu ilk nesle yüklerseniz orada bunu dinleyen herkes bunu anlamış demek olur ki bunu iddia etmek de mümkün değildir.
  • Muhatabın durumunu düşünmek, evrensellik-tarihsellik tartışmasında da önemlidir.
  • Örneğin aramızdaki tanım farklılıklarını görüş farklılıklarını bir kenara bırakarak İslam’ın temel ilkeleri, insan tasavvuru, toplum tasavvuru, ahlak gibi olgular hepimizin, her dönem insanlarının gerçekleştirmesi gereken bir şey mi yoksa bir dönemde en iyi şekilde gerçekleşti ondan sonra sürekli bozulma içinde miyiz?
  • Burada da eğer ben bozulma neslindensem “neden muhatap olayım?” sorusu ortaya çıkar.
  • İslam’ın hedeflerinin gerçekleştirilmesinde içinde bulunduğumuz neslin bir de sorumluluk üstlenmesi gerektiği şeklinde bir tasavvuru canlı tutmak için muhatabın ilgilerini nasıl oluşturabiliriz?
  • Dolayısıyla bu evrensellik tartışmasında yani İslam kültürü dışındakilerin İslam'a yönelmesi için hangi şeylerin öne çıkarılması gerekir? Sorusu çok önemlidir.
  • Evrenselliği zaman içindeki değişmezlik şeklinde alıyorlar, ancak evrensellik, cihanşümulluk manasında bütün insani topluluklar için temel hayati ilkeleri getirdiği manasında anlaşılmalıdır.
  • Muhatabın durumunu dikkate almak Andre Gide tarafından şöyle ifade edilmiştir: “esas anlamı belirleyen muhataptır.”
  • Muhatabın durumunu düşünmek, onu dikkate almak, bizi zorunlu olarak gelenekten uzaklaşmaya mı götürür? Yoksa yeniden bir metodolojik yaklaşım geliştirmeyi mi gerektirir?
  • Modern yorum bilim tartışmalarının bir özelliği, geleneksel şerh, te’vil, haşiye ilimlerinde olduğu gibi, yeni alanlara göre basitçe öğrencilere veya muhataplarına yanında derkenar yazarak açıklama yapmasıdır. Tefsiri yapanın kendisinin konuya ilgisini ya da işte şerhi yapanın, haşiye yazanın onun dil ile ilgili önyargılarını ifade etmesi gibi görev görür.
  • Dolayısıyla onun içinde bulunduğu eleştirel hermenötik de bunu hangi niyetle kimin adına yaptığına, dikkat etmelidir.
  • Tüm tartışmaları anlama-yorumlama sorunu olarak aldığımızda anlamın ait olduğu zihin, ifade edildiği dil, muhatapları, muhatabın ilgisi ve ifadede bulunan kişinin ilgisi ve onun söylediği şey hakkındaki bilgisi ve zaman içinde geçirdiği değişimlerin tümü önem kazanır.

Anlamın açığa kavuşturulmasına dair iki yöntem;

1. Genetik Etimoloji

  • Kelimelerin de kaderi vardır.
  • Dil ile ilgili hususlarda sadece ilgimiz yönünden değil, kelimelerin tarihsel açıdan değişen anlamlarına da vakıf olmak gerekir.
  • Bir kavram yüzlerce, binlerce yıllık değişimlere tabi olmakta, farklı kültürlerle geleneklerle etkileşim haline girmektedir. Anlam tespiti yaparken bu serüven takip edilmeden amaca ulaşmak mümkün olmayacaktır.
  • Ancak sadece dil üzerinden ve genetik etimoloji üzerinden bir anlam aktarımı tespiti yapamayız.

​2. Tarihsel Etimoloji

  • Tarihsel etimoloji daha çok bizim ıstılah dediğimiz, bizim eski kültürümüz içinde lugat da denilen kelimenin zaman içindeki kullanımıyla ilgilidir.
  • Örneğin ahlak kelimesi İslam öncesi Arapçada “murfat” iken daha sonra “mürüvvet”e dönüşmüştür. Ve zaman içerisinde aile kurmak, yuva kurmak, mutlu olmaya vesile olacak olaylar gibi bir anlama evirilmiştir. Dolayısıyla bu kelimenin kökeninin ne olduğunun bu kullanımdan başka hiçbir anlamı yoktur.
  • Eleştirel hermenötikçilerin haklı olarak yaptığı bir eleştiri var; burada bir toplumsal uzlaşı oluşmuştur. Bunun tekrar başka bir dönemin yorumları üzerinden kriminalize etmenin getireceği sorunları görmemiz gerekir. Eğer bunu kriminalize ederseniz bu defa toplumun düzeni bozulur.
  • Toplumsal alandaki doğruların ya da hakikatin bir kısmı yine toplumsal süreçler içinde kendiliğinden oluşmuştur.
  •  Yorum meselesinin sadece beşeri bilimlerde değil doğa bilimlerinde de geçerli olduğunu kabul etmek zorundayız.

Hazırlayan: Sascha Hamza Hahnert