İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Kelam İlminin İslami İlimlerle İlişkisi ve Bütünlük Sorunu
Ömer Türker


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 21 Aralık 2020

Birinci Mukaddime

  • Prensip olarak bütün bilimler aslî olarak varlığı inceler.
  • Genel olarak felsefi ilimler ikiye ayrılır, bunlar teorik ve pratik ilimlerdir. Teorik bilimler insan iradesine bağlı olmaksızın meydana gelen disiplinlerdir. Pratik disiplinler insan iradesiyle meydana gelen mevcudatın incelendiği varlık alanına tekabül eder.
  • Benzer şekilde hicri 2. yüzyılda önemli ölçüde teşekkül eden dini ilimler de teorik ve pratik olmak üzere iki kısma ayrılır. Birinci gruptakiler, fıkıh gibi insan iradesiyle meydana gelen mevcudatı inceler. İkinci gruptakiler kelam gibi, insan iradesinden bağımsız olarak meydana gelen mevcutlar inceler. Bazı disiplinler ise her iki temel disiplindeki araştırmaları destekler mahiyette veriler sunarlar.
  • İnsan iradesiyle meydana gelen varoluş alanını incelemek için, insan iradesinden bağımsız meydana gelmiş varlık alanının da araştırmasını, dini hassasiyetleri, dini ilkeleri dikkate alarak yapabilmek için hadis, tefsir gibi aslında temel işlevi veri sağlamak olan disiplinlerden destek alırız.
  • Yahut da dil bilimleri, mantık gibi yöntem disiplinlerinden yardım alırız. Dolayısıyla disiplinlerin tamamı genel olarak ister dini bilimler olsun ister akli bilimler olsun var olanları inceler fakat bunları belirli cihetlerden incelerler.
  • Bu birinci mukaddimedir, biz herhangi bir bilimsel araştırma yaptığımızda mutlaka varoluşa ilişkin bir araştırma yaparız.Bu varlıklar, dışta, zihinde mevcut olabilir. İllaki dış dünyada var olması gerekmez. İtibari olması da yeterlidir.

İkinci Mukaddime

  • Kelam ilmi 2.yy’da kurulmuş 3.yy’da gelişimini tamamlamış 4.yy’dan itibaren ekollerini ortaya çıkarmıştır.
  • Kelam kuruluş sürecinde, klasik dünyanın nazari bilimleri olarak ortaya çıkmıştır. Kelamın bir bilgi ve istidlal, nazar bahsi vardır, bu bilgi ve nazar bahsi önemli ölçüde felsefedeki mantığa tekabül eder.
  • Kelamdaki umur-u amme bahsi bir yönüyle felsefenin “kategoriler”ine benzer bir yönüyle de metafiziğin “ontoloji” kısmına tekabül eder. Cevher ve arazlar ufak bir başlık gibi gözükse de kelamın bütün mevcut taksimini içerir ve bunlar fizik veya matematik araştırmalarıdır.
  • Kelamcı, örneğin tatların, kokuların türlerini tartışır çünkü kelam bütün araz kategorilerini, cevher olarak ne var ise bunu taksim edip anlamak ister. Buna ilişkin bir analiz yapmak, bir belirginliğe ulaşmak ister.
  • Kelamın fizik anlayışına gelindiğinde; Tanrı dışında fiziksel olmayan bir nesne kabul etmez. Allah gayri cismanî bir varlıktır, cevher ve arazlardan oluşmaz, kelama göre onun dışındaki her şey cevher ve arazdır. Bu anlamıyla bütün nesneler fizikseldir ve yaratılmış dünya konusunda kelam materyalisttir. Hepsinin aslında cevher ve arazlara indirgenebileceğini düşünür.
  • Nübüvvet, Allah’ın zatı, sıfatları, Tanrı-alem ilişkisi gibi konuları ele alan kelam, yapısı itibariyle teorik felsefenin tamamına mukabildir.
  • Kelam varoluşu inceleme ve varoluşa dair ana yüklemleri, temel önermeleri ortaya koyma iddiasındadır. Bundan dolayı bilimlerin zeminini oluşturma söz konusu olduğunda İslam düşüncesinden hareketle tefekkür etmede elimizdeki alternatifin sadece Kelam olmadığını, genel olarak Müslümanların ortaya koyduğu bütün külli disiplinlerin tefekkürlerinin bulunduğunu dikkate almamız icap eder.
  • Modern dönem öze dönüş hareketinin yaşandığı bir dönemdir.  19. ve 20. yüzyılın en önemli iddiası İslam’ın asli kaynaklarına dönmek ve bu kaynaklardan hareketle temel meseleleri yeniden ele almak, yöntemi yeniden vazetmektir.
  • Asli kaynaklarımız Kur’an ve hadis olduğu için de modern dönemde öne çıkan bütün şahsiyetler neredeyse Ku’ran ve hadis konusunda iddialı olmuşlardır. Dolayısıyla tefsir ilmi eskinin metafiziğinin yerine gelmiştir. Halbuki klasik dünyada tefsir bir ilim bile değildir, sessiz bir araştırma alanıdır, hakiki anlamda bir bilim olduğunu iddia etmek çok zordur.

Asli Kaynak Olarak Tefsir ve Hadis

  • Tefsirde bu duruma dair kendi içinde güçlü olsa da tesirleri bakımından cılız teşebbüsler olmuştur.  Bu teşebbüslerin en önemlisi Kâfiyeci’nin yazmış olduğu et-Teysîr Kavaid-i İlmi’t-Tefsîr adlı eserdir. Suyûtî’nin hocası olmasına rağmen Kâfiyeci’nin tefsir tarihinde kayda değer bir etkisi olmamıştır.
  • Ondan biraz önceki dönemde de Molla Fenari’nin önemli bir eseri vardır: “Aynu’l-A’yân” tefsiri Fatiha tefsiridir. Mukaddimesinde kayda değer bir tefsir girişimi vardır. Tefsirin bilim olmadığını iddia eder. Aynı şekilde Suyutî Kâfîyecî’nin öğrencisi olup da bu meseleden haberdar olmasına rağmen El-İtkân fi Ulumi’l-Kur’an’ı, Zerkeşî’nin Ulûmi’l-Kur’an’ını dikkate alarak geliştirmiştir ve bu kitap tefsirin bir bilim olduğu üzerine değil birçok bilimden istifade ederek yapılan bir bilimsel araştırma olduğu üzerinedir.
  • Metafiziğe dönüştürmek, mevcut duruma ilişkin bütün araştırmaların ana ilkesini bu disiplinden almak demektir.
  • Hadis klasik dönemde sadece veri sağlamasıyla değil aynı zamanda yöntemi ile de temayüz etmiş bir disiplindir. Bir rivayet yöntemi vardır ve bu rivayet yöntemi doğrultusunda elimize gelen haberlerin hangisinin sahih hangisinin sakim olduğunu araştırma ve buna ilişkin bir kanaate ulaşma, Kur’an dışında Hz. Peygambere nispetle kaynak bilgimizin dakikleştirilmesi ameliyesidir.
  • Modern dönemde yöntemle ilgili bütün iddialar hadisçilerden çıkmaya başlamış, hadisçiler anlamanın usulünün kendileri tarafından temsil edildiğini iddia etmişlerdir.
  • Anlamının usulü klasik dönemde kısmen usulü fıkıhtan elde edilirdi. Fıkıhla ilgili böyle bir hamle olmadığı için usul-i fıkha vurgular İslam dünyasında cılız kalmıştır.
  • Pek çok önemli şahıs usulü fıkıhtan hareketle yenilenme iddiasında tekrar modern bilimlerin, modern dönemde bilimleri yeniden inşa etme iddiasında bulundular fakat onların bile teşebbüsleri cılız kalmıştır.

***

  • Kelamla ilgili bir araştırma bütün bu tümel disiplinlerin araştırma alanının farkına vararak tümellik iddiasında bulunan disiplinlerin ortaya koyduğu ilkeleri anlama, kavrama ve yeniden üretme ameliyesine girmek demektir.
  • Kelamdan beklenen Müslüman olarak var olmanın ve düşünebilmenin şartlarının neler olduğunu ortaya koyan bir disiplin olmasıdır.
  • Modern dönemde kelam kendisinden umut kesilen bir disiplin olduğu için bu iddiaları tefsirciler ve hadisçiler üstlenmişlerdir. Modern dönemde sonu gelmez tarihsellik tartışmalarının nedeni de budur.
  • Modern dönem kelamın ve diğer tümel disiplinlerin, bilginin, bütün bir bilgi alanı ile irtibatının yitirildiği dönemdir. Modernleşme sürecinde bilimler arasındaki irtibatı görmeve yeniden inşa etmemuhaddis ve müfessirlere kalmıştır.

Kelâmın Konumu

  • Kelam bir evren tasavvuru oluşturur. Bu tasavvur âlemin nasıl teşekkül ettiğinin yanı sıra insan var oluşuna dair de bir hikâyedir. Bu hikâyeleştirmenin amacı var olmanın anlamına ilişkin arayışları mümkün kılan bir “zemin hazırlamaktır. Kendisinin ve etrafındakilerin farkında olan bir “mevcud” olarak insan, doğası gereği merak eder, anlamak, merakını anlamlı bir zemine oturtmak ister.
  • Başlangıç hikayesi karmaşık bir süreçtir. Bir tarafıyla tarihsel olarak oluşturulur bir yönüyle hadisçiler parçalı bir katkı sağlarlar. Bir yönüyle İlahi Kelam’ın anlatılarından hareketle tefsirle pekiştirilir. Fakat kelamın buradaki işlevi evrenin ve varlığın akli sınırlarını belirlemektir. Bu bilinirlerin taksimini yapmak, bilinenleri hakkıyla ikna edici şekilde taksim etmektir. Ardından bilinebileceğini düşündüğümüz şeyleri bilinebilirliği hakkında hesabı verilebilir bir kanaat oluşturmaktır. Ne ölçüde bilinebilir olduğu hakkında hesabı verilebilir bir kanaat oluşturmak ardından var olanların varlık tarzı bakımından taksimini yapmaktır.
  • Sonra varlık tarzı bakımından taksimi yapılanların klasik düşüncenin temel ilkeleri söz konusu olduğunda sınırlanabilir olduğunu, insan için ayrıntısına ulaşılabilir olmasa da sınırlarının fark edilebilir olduğunu ortaya koymak ve nihayet bütün bunları anlamlı kılan nihai ilkenin bu olduğunu temellendirmektir.  İspat-ı vacip dediğimiz şey tam olarak bu temellendirmedir.
  • Kelam insan için “bütün bunları yapmaya değer demeyi mümkün kılan şeyin “teklif kavramı olduğunu gösterir. Kelam nübüvveti ispatlar ve mükellef bir insan olduğumuzu ortaya koymayı amaçlar.
  • Kelam “varlık, Tanrı, nebi, insan” olmak üzere bize dört tane cümle verir. Bu cümleler kelam ve düşünce tarihinde farklı yorumlara konu olurlar, ama ne zaman ki bu cümleler, tartışabilmek için zemini ve maksadını yitirirlerse bu durumda kelam krize düşer.
  • Bu bakımdan kelamın krizi, genel olarak şer’i disiplinlerin tamamının krizi anlamına gelir. Çünkü bütün şer’i araştırmaların dayanağını oluşturan nihai ilkeler belirli bir yorumda değil bütünden krize girmiş olur.
  • Kelam, kelamdan ibaret değil, yanında tasavvufun ve felsefenin, metafiziğinin de bulunduğu, külli iddiaya sahip disiplinlerin tamamının bulunduğu bir disiplindir. Dolayısıyla, kelamın krize girmesi aynı zamanda felsefenin ve tasavvufunda krize girmesi manasına gelir.
  • İslam dünyasının modern dönemde yaptığı en ciddi hata, krizin nerede olduğuna dair külli cümlelerin yanlış yerde aranmasıdır. Kriz zannedildiği gibi dinin, nasların cüzi yorumlarında değildir.Örneğin fıkıhta ciddi anlamda kriz olduğunu söylemek zordur. “Kriz asıl itibari ile bir evren tasavvurunda ortaya çıkmıştır.”
  • Klasik mütekellimlerin oluşturduğu âlemin kendisine dair “hudus kavramı ekseninde oluşturdukları evren tasavvuru modern dönemde ciddi anlamda sorunlarla karşılaşmıştır.
  • Kelam, teorik fizikte ve bu teorik fiziğin ayrıntısı olan meselelerde krize girmiş, açıklama gücünü yitirmiştir.
  • Kelamın en büyük klasiği Şerhu’l-Mevâkıf, Şerhu’l-Makâsıd’dır. Ondan sonra çok büyük bir inşa yapılmamıştır bunun üzerine. Şerhu’l-Mevâkıf’tan sonra muhtemelen yazılan en kapsamlı eser Taşköprülüzade’nin “Meâlim-i Usulü’d-Din” adlı eseridir.
  • Kelam bütün disiplinlerin, bütün şer’i bilimlerin, çalışmasını işlevsel olmasını, açıklama gücünü göstermesini mümkün kılan kozmolojiyi, evren tasavvurunun temelini oluşturan teorik fiziği verir. Ya da bunun mukabilinde felsefenin teorik fiziği bu işi görür. Tasavvufta hatırı sayılır bir teorik fizik yoktur, tasavvufçular daha faydacı ve pragmatist tarzda yaklaşırlar, hangileri işlevselse onu kullanırlar, ama genelde filozoflarla hemfikir olmuşlardır. Ancak kozmoloji söz konusu olduğunda aynı durum tasavvuf için de geçerlidir. Bir evren resmi vardır, bir alem tasavvuru vardır ve bu tasavvura göre yapılan şeylerin hepsi anlamlıdır.
  • Kelamın ya da felsefenin krize girmesi bu anlamda sadece birisinin krize girdiği bir disiplin krize girdiği anlamına gelmiyor. Bu üç disiplinin tamamının açıklamayı taahhüt ettiği alanda hakikaten krize girdiği anlamına geliyor.
  • Sadece kelamın teorik fiziği olan atomculuk krize girmedi. Aynı zamanda madde suret teorisi de krize girdi. Sadece kelamın Hudus kavramı ekseninde ördüğü sınırlı alem fikri krize girmedi. Aynı zamanda ay altı âlem ay üstü alem, 2000 yıllık kozmik tasavvur da krize girmiştir.
  • Bu krizin manası şudur: şayet elimizdeki disiplinleri biz bu külli disiplinlerin inşa ettiği evren içinde anlamlı olarak icra edebiliyorsak bununla irtibatlı olduğu ölçüde diğer şer’i disiplinler de krize girer.
  • Kozmoloji, teorik fizik, ontoloji, ilahiyat bu alanlar ne kadar güçlü ise de bunlarınoluşturduğu dünyada işlevini yerine getirmeye çalışan tefsir, hadis, fıkıh gibi disiplinlerde de o denli başarılı olunur.
  • Bu krize rağmen Müslüman olarak varlığımızı sürdürebilmekteyiz.

Şer’i Bir Disiplin Olarak Kelam

  • Tüm bu çabaları anlamlı ve meşru kılan şey herhangi bir ontoloji, kozmoloji, teorik fizikten bağımsız olarak bizatihi “nübüvvetin” varlığıdır.
  • Daima kelamın, tasavvufun ontolojisi, felsefenin varlık bilgisi bir de ilahiyat bahisleri kozmolojiyle, teorik fizikle yakından ilişkili olmuştur. Fakat burada bütün bu irtibata ve güçlü ilişkiye rağmen bir dönemin evren tasavvuruna, bir dönemin teorik fiziğine indirgenmesi mümkün olmayan bir yapı vardır.
  • Bu yapı iki ayaklıdır: bir ayağı insanın kendisi, bir ayağı ise insan tarafından elde edilen bilgiler bütünüdür. İnsanın kendisi derken kastedilen şey, bizatihi peygamberlik müessesesidir ve peygamberi takiben varlık hakkında bütüncül kanaate ulaştığına hüsnü zan ettiğimiz bilge şahsiyetler, hakîmler, veliler, büyük mütekellimlerdir. Bunların varlık hakkında bütüncül kanaatte, külli bir tasavvura sahip olduğuna dair bir kanaate sahip oluruz.
  • Varlığa ilişkin kavrayış asli bir kavrayıştır. İnsan “Ben niçin buradayım?” sorusunu sorduğu zaman, mutlu olur ve tatminkâr bir cevap bulmaya çalışır. Bu cümlelerin tamamı aslında birileri bunları daha önce bildiği içindir. İslam medeniyetinde bu türlü araştırmaların temelini Hazreti Peygamber oluşturmaktadır.
  • Başka medeniyetlerde de bu durumun örnekleri vardır. Yunan medeniyetinde Parmenides, Sokrates, İran medeniyetinde Zerdüşt böyle bir rol üstlenmiştir.
  • Bütün medeniyetlerde, insanın vüs’âtinin bedenden ibaret olmadığına delil teşkil eden, dolayısıyla da hakiki anlamda ilke vazifesi gören şahsiyetler vardır. Medeni tefekkür, bu şahsiyetler yahut onların ortaya koyduğu eserler üzerine kuruludur.
  • Nübüvvet oldukça önemlidir çünkü Hakk’ın meşhur taleplerini kullara iletir. Dolayısıyla nübüvvet ekseninde idrak ettiğimiz akâid, bütün şer’i disiplinlerin mahrem alanını oluşturur. Bu mahrem alanının korunaklığı sayesinde onunla ilişkili hususlar sürdürülebilir bir veçhe kazanırlar.
  • Bu mahrem alan kelam söz konusu olduğunda akaide, tasavvuf söz konusu olduğunda sufilerin dış etkilerden arındırılmış bir biçimde sürdürebildikleri, teorilerden önemli ölçüde uzaklaştırılmış mahrem tecrübelere dönüşür.
  • Mahrem alan hakkında en korunaksız olan filozoflardır. Çünkü felsefe şer’ilik iddiasında olmadığından tezlerini, “tezgâhını pazara sermek” durumundadır. Tezgâhın ayağı ise filozoflardır. Filozoflar İslam ümmeti söz konusu olduğunda İbni Sina, Farabi gibi filozoflardır.
  • Kozmoloji ve teorik fizikteki yıkımlar, eğer gelenek içerisinde büyük bir yenilik hamlesi olmazsa en acı şekilde felsefeye ve felsefenin metafiziğine zarar verir. İkinci olarak kelama zarar verir. Çünkü akaid de kelâmın aslında pazardadır. Tezgâh uluortadır. Ancak akaidin garantisi kelamcının ispatı olmadığından orası korunaklı bir alandır. Kelamcının akaidden hareketle ördüğü düşünce, aynı zamanda sağlam bir şekilde inşa edilmediği zaman saldırılara son derece açıktır. Tasavvufta ise, tecrübe alanı ile ilgili değil, bunlarla irtibatlı olduğu ölçüde zarar verir. Tasavvuf, metafizik iddialara ulaştığı ve bu disiplinlerin verileri ile irtibatlı olarak kendi tefekkürünü genişlettiği ölçüde zarar verir.
  • Kelam, felsefe ve tasavvufun birbiriyle ve diğer disiplinlerle ilişkisi iki veçhelidir:
  • ; bu disiplinlerin tamamını aşan, hepsini anlamlı kılan nihai ilkelerle ilişkisi, nihai ilkelerin söz konusu olduğu zemindir.
  • ;bu korunaklı alan etrafında örülen ve korunaklı olan ilkelerin nübüvvet ve akaid zeminini disipliner araştırmaların menşei haline getiren, disipliner araştırmaları bu ilkelerle inşa etmeye imkân veren veçhedir. Bu veçhedeki yıkıntılar genel olarak diğer disiplinlerin iddiasında da birtakım gerilemelere sebebiyet verir.
  • Dolayısıyla bu çift taraflı ilişkiyi gözden kaçırdığımızda, bu disiplinlerin ne işlevini tam olarak anlayabiliriz ne de diğer disiplinlerle ilişkisini tam olarak kavrayabiliriz.

İbn’ul Arabi Sonrası Dönüşüm

  • Her iki hususta da münhasıran kelam ilmi şer’i ilimlere ilke verme iddiasını hicri altıncı, yedinci yüzyıla kadar, İbnü’l Arabî’nin yaşadığı, vahdet-i vücutçuların bulunduğu zamana kadar kendine ait olduğunu başka geleneklerin de tasdikini alarak sürdürebilmiştir.
  • Sufiler kelamcıların tahkikte zafiyetlerinin farkındaydılar. İman ve amelde özetlenen hakikat bilgisini kendilerinin tahkik ettiklerini, kendi yöntemlerinin bu tahkiki daha elverişli olduğunu iddia ediyor idiler. Ancak kelam geleneğini temsil gücü yüksek alimlerinin, tahkik edilecek verilenin, tahkik edilecek ilkelerin ne olduğu hakkındaki kanaatlerinin belirleyici olduğunu ve tahkik ameliyesinde ulaşılan verilerin de hangi ilkelere göre yorumlanması gerektiği noktasında bu kelam âlimlerinin söylediklerinin dikkate alınması gerektiğini düşünüyorlardı.
  • İlk kez İbnü’l Arabi ile birlikte bir bölünme ortaya çıkmıştır. Tasavvuf geleneği kelam geleneğinin bu ilke verme iddiasını reddetti. Alternatif bir iddia olarak hem bütüne ilişkin ilkelerin ne olduğunu belirleme hem de bu bütüne ilişkin ilkeler doğrultusunda yöntem kullanıldığında elde edilen verilerin nasıl yorumlanacağına dair prensiplerin belirlenmesi hususunda tasavvuf alternatif bir ekole dönüşmüştür.
  • Buradan modern döneme kadar varlığını sürdürerek devam etmiştir. Bilhassa Osmanlı döneminde, 15. 16. 17. yüzyıllarda ulemanın bunu hiyerarşik bir tarzda cemettiğini söyleyebilmekteyiz.

Kelam İlminin Diğer Disiplinlerle İlişkisinde Ana Kavramlar Nelerdir?

  • Birincisi “bütünlük” kavramıdır. Kelam zemini oluşturmakla kalmayıp disipliner üretimleri bütünleme işlevi de görmektedir.
    • Diğer disiplinlerin araştırmalarında eksik kalan yerleri de tamamlar. Kelam mevcudata yönelik eksik bilgiyi tamamlama işlevi görür.
    • Kelam araştırmasını tamamlayıp da diğer disiplinlerle ilişki kurduğunda, diğer disiplinlerin yaptıkları araştırmayı anlamlı kılma işlevi görüyor. Bütünleme hem eksik kısımlarının çalışılması hem de anlamın tamamlanması noktasındadır.
    • Dolayısıyla kelam ve diğer disiplinler arasındaki ilişkileri tavsif eden asli kavram bütünlük kavramıdır.
  • İkincisi “mana” kavramıdır. Varlıkta ikmal ve anlamda ikmal işlemlerini kelam ilmi gerçekleştirir.
    • Kelamı, felsefeyi, tasavvufu ihmal ederek İslam düşüncesini anlamaya çalışmak, fıkıhta, hadiste, tefsirde belirli birtakım konularda ulaşmaya mâni değildir. Ama düşünce geleneğinin bütünü hakkında kanat yürütmeye manidir. Düşünce geleneğinin bütünü hakkında sağlıklı bir resmi görmeye manidir.
    • Bu durum bizi interdisipliner çalışmak zorunda bırakır. Aynı zamanda bu disiplinleri birbirleri hakkında ortak bir çerçeve oluşturmaya mecbur eder.
  • Biz belirli bir geleneğe mensup olmamanın verdiği imkân ve imkânsızlıklar içerisinde yüzen insanlarız.
  • Belirli bir geleneğe sahip olmamanın ortaya çıkardığı imkânsızlıklar “kavram önerme hassasiyetini ve düşüncelerin sahih temsilcilerini kaybetmemizdir.
  • Düşüncelerin sahih temsilcileri ortadan kalkar, kavram, önerme ve hassasiyetlerini yitirir, düşüncelerin nasıl bir yaşam formuna dönüşmesi gerektiğine dair bilincimizi kaybetmeye başlarız ama bunun bize açtığı bir imkân da vardır. Özellikle modern dönemde bu imkâna son derece muhtacız.
  • İmkân şudur: bir geleneğe mensup olmadığımızdan karşılıklı olarak düşünce evliliklerinin imkanlarını özellikle de ontoloji ve metafizikteki imkanlarını, bütünleme anlamında, varlık ve manadaki anlamlarını sonuna kadar araştırma, dikkate alma, birbiriyle ilişkili biçimde fikri bir güce dönüştürme imkanına sahibiz. Bu imkânı dikkate alır isek disiplinler arasındaki ilişkiyi hem doğru kurarız hem de krizin yıkıcı unsurlarında önemli ölçüde korunaklı bir alan oluşturarak yeniden inşasının zemini oluştururuz.

Varlık ve Anlam

  • Varlık ve anlam kavramları bu imkân ve imkânsızlıklar noktasında kilit bir rol oynar ve burada birtakım derin imalar vardır.
  • Varlık kavramı üzerinden neye gideriz, anlam kavramı üzerinden neye gideriz?
  • Varlık kavramı bir yönüyle filozofların imal-i fikirlerine, bir yönüyle Hazreti Peygamberin kendisine, bir yönüyle tümel bilgiyi temsil eden âlimlere ve bir yönüyle de bütün bu zikrettiğimiz şahısların ortaya koyduğu teorilere açılır.
  • Ontoloji ile ilgili varlık-mahiyet, zorunlu-mümkün teorisi, zat-sıfat ontolojisinde, kadim-hadis ayrımını ifade eden kelamcı teoriye, bunların yöntemlerine açılan kapılardır.

Modern dönemde bütün bunların anlamı nedir?

  • İçinde yaşadığımız dönemde diğer disiplinlerle kelam disiplininin ilişkisi ne durumda ve ne yapılması gerekiyor gibi soruları sorduğumuzda, özlü bir şekilde şöyle bir cevap vermek mümkündür:
  • Modern dönem önemli ölçüde ilişkilerin pedagojik yahut teorik kaldığı ve bu ilişkilere dair farkındalığın kaybolduğu bir dönemdir.
  • Bu durumun bizim için yol açtığı bir tehlike vardır; o da cüzi meselelere ilişkin tefekkürümüzü külli bir mesele olarak algılamaktır. Bu bizi kendimiz dışındaki teoriler ve düşünceler karşısında korunaksız ve kırılgan hale getirmektedir.
  • Hem tarihsel olarak kelam ve diğer disiplinler arasındaki ilişkiyi iyi kavramamız hem de modern dönemde yaşayan insan olarak kelamın modern mukabillerinin neler olduğuna dair bir belirginliğe ulaşmamız gerekmektedir.
  • Hem büyük mütekellimlerin düşünür olarak modern dönemde hangi düşünürlerin mukabili olduğu, kelamın yaptığı işleri modern dönemde hangi disiplinlerin yaptığını, kelamdaki teorilerin yerini modern dünyayı inşa eden yeni disiplinler içerisinde hangi teorilerin aldığını belirginleştirilmesi gerekmektedir.
  • Örneğin klasik dönemde “nasıl yaşarız?” sorusuna fıkıh cevap verirken bunun yerini modern dönemde sosyoloji almıştır.
  • Bilginin bütünlüğüne vakıf olmadan sonuç almak imkânsızdır. Bilginin bütünlüğüne vakıf olacak bir akademi kurmamız, bunun için araştırma merkezlerini, bireysel çalışmalarımızın tamamını seferber etmemiz ve uğraşmamız gerekmektedir.

Hazırlayan: Meryem Şahin