İslâm Düşüncesinde Bilimlerin Birliği

Fıkıh İlminin Diğer İlimlerle İlişkisi ve Bütünlük Sorunu
Asım Cüneyd Köksal


İDE AKADEMİ 2020-2021 | DERS NOTLARI | 28 ARALIK 2020

Fıkıh Teriminin Tarihi

  • Fıkıh kavramının, bir kavram olarak Arapçada ifade ettiği anlam ile zamanla İslami terim olarak kavuştuğu anlam arasında bir irtibat vardır. Bir taraftan kopukluk yokken bir taraftan da daha incelen ve daha hususileşen bir anlama bürünmüştür.
  • Fıkhın esasında “fehm” yani anlamak ile eş anlamlı bir kavram olarak lügatlerde ifade edildiğini hatta Kur'an-ı Kerim'de de bazı ayetlerde fiil formunda bu şekilde kullanıldığını biliyoruz.
  • Ayrıca fıkıh kelimesi Yefkahu-yefkahûne-tefkahu gibi formlarda kullanılmaktadır. Zaman içerisinde fıkıh terimi alelade bir anlamak değil sebep ve sonuçlarıyla illet ve hikmetleriyle birlikte, derinliğini anlamak anlamına gelmeye başlamıştır.
  • Bir de tefakkuh terimi ile ifade edilen bir forma da bürünmektedir. Tefakkuh formuyla fıkıh kelimesinin dini derinliği ve o zaman henüz bölünmemiş bir bütün olan din ilminin derinliğini kavramak anlamına geldiğini görüyoruz.
  • Peygamberimiz, Abdullah bin Abbas’a dua ederken “Allah'ım onu dinde fakih kıl” diyor. Bugünkü anlamıyla bir fakih olmak değil, dini bir bütün olarak derinliğine, ruhuyla, ahlakıyla, ameliyle, itikadıyla kavramaktır.
  • Böyle derin bilgi ve şuur bütünlüğüne sahip olan kişiye de fakih diyoruz. Bu anlamının ilk yüz yıl boyunca korunduğunu görüyoruz. Bölünmemiş tek bir İslami ilim var o da İslam'ın bütünlüğünü kavramak olan “fıkıh”tır.
  • İmam Azam Ebu Hanife'nin “fıkıh; mârifetü'n-nefs mâ lehâ ve mâ aleyhâ" tanımı da bu geniş kapsamı tanımlamıştır. Yani fıkıh, kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.
  • Daha sonra tasavvufun konu edindiği haller ve makamlar, insanın deruni hayatında karşılaştığı en zahirisinden en batınisine kadar insan hayatında kişinin lehinde ve aleyhinde olabilecek her şey fıkıh kapsamına girmiştir.
  • Ebu Hanife'nin bir eserinin adı “el-Fıkhu'l-Ekber”dir. Burada Ebu Hanife “en büyük fıkıh” derken akide esaslarını, usûl-i dinin temel ilkelerini kastediyor. Onun döneminde en büyük fıkhın bu anlamda kullanıldığını anlıyoruz.
  • Ebu Hanife'nin talebeleri ondan sonraki nesilde gelen âlimler “mâ lehâ ve mâ aleyhâ”ya "amelen" kaydını eklemişlerdir. O bu tanımı yaptıktan sonra belki en fazla yarım asır sonra terimin anlamı daralıyor. İslamî ilimlerin kavramları birikimsel olarak çoğalınca bir iş bölümüne gitme ihtiyacı göstermiş oluyor. El-Fıkhu'l Ekber, usul-i din, dinin temel esasları, dine bir insanın müntesip olmasını sağlayacak temel esaslar, temel ilkeleri ele alır.
  • En temel manada üç tane temel İslami ilim kendisini göstermiş oluyor bunlar büyük fıkıhtan ayrışan 3 tane ilimdir. Bir tanesi dar manasıyla bildiğimiz “fıkh-ı ameli”, bir tanesi “fıkh-ı vicdani” yani tasavvuf, diğeri de “fıkh-ı ekber” yani dine kendisi vasıtasıyla girilen, mümin olmanın esaslarını ortaya koyan usuli’d-din, daha sonra izahları, felsefesi, metodolojisi de kelam ilmini oluşturacaktır.
  • Bu üçlememenin Resul-i Ekrem döneminde bir kaynağı vardır. Cibril hadisi diye bildiğimiz hadiste, “iman-İslam-ihsan” şeklinde ifade edilen üç kavramın zaman içerisinde büyük Fıkıh terimiyle kapsanmış olduğu, daha sonra ayrışmış hususileşmiş temel İslami ilimleri oluşturduğunu görüyoruz.
  • Bu üç ilmin şöyle bir özelliği var; bunlar İslami ilimler içerisinde normatif ilimler, iyiyi kötüyü, hayırlıyı şerliyi, hasen ve kabihi, caiz ve olmayanı, neyin itikada uygun olup olmadığını, neyin ahlaki olup olmadığını ayırabilecek ilimlerdir. Her biri kendi sahasında, aynı zamanda da kendisini yenileyebilecek niteliktedir.
  • Bu ilimlerin Makâsıd ve mesail ayrımı içerisinde ana gayesini içeren bir özleri vardır. Bir de bu özü destekleyen geniş bir mesail alanı var. Bu mesail alanının değişebilmesi, diğer disiplinlerden istifade edebilmesi her zaman mümkün olmuş oluyor. Bu çerçevede İslami ilimlerin tam merkezinde yer alan bir ilim olarak fıkıh kendisini göstermiş oluyor. Mükelleflerin amelini konu edinen ilim, bizim bildiğimiz anlamıyla fıkıh olmuş oluyor.
  • Fıkıhta mükellef olan, ilahi hitaba mazhar olma şerefine nail olan insanların fiillerini konu edinmiştir.
  • Tefsir ve Hadis İlmi ile Bütünlük Sorunu
  • Ulumu’l-Kuran başlığında Kur’an’ın içerdiği harfler, huruf-u mukattaa, mekki-medeni sureler gibi bilgileri, bir Mushaf olarak Kur’an’ı Kerim’i, ilahi hitabı bir bilgi alanı olarak ele alan disiplin vardır.
  • Tefsir klasik dönemde bir ilimden ziyade eylemdir.
  • Müfessir tefsiri yazan kimsedir, tefsiri yazmadan önce kimse müfessir diye nitelendirilmez. Ya belağat alanında uzman olan bir kişi uzmanlığını Kur’an-ı Kerim'e yansıtarak belaği bir tefsir yazar ya da bir kelam alimi kelami görüşlerini yansıttığı bir tefsir yazar veya bir sufi İş’ari tefsir yazar.
  • Böyle kısmi tefsirler kaleme alınabildiği gibi bir âlim ömrünün sonunda bir tefsir yazarak İslami ilimlerdeki birikimini o tefsire yansıtır. Fahreddin Razi'nin, Alûsi'nin, Elmalı Hamdi Efendi'nin tefsiri örnek verilebilir.
  • Hadis ise Peygamber Efendimizin sözlerini, fillerini, takrirlerini, bize ulaşması ciheti ile bir ilimdir. Hadis usulü hadislerin nasıl yorumlandığını dikkate almaz, hadislerin bize ulaşma keyfiyeti üzerinde durur. Orada geliştirdiği ayrıntılı terminoloji tamamen isnad ve metin ilişkisi üzerindedir ama metni yorumu üzerinde değildir.
  • Ulumu’l-Kur’an da Kur’an’ın yorumunu hususen kendisine konu edinmez. Dolayısıyla hadis ilmi ve ulumu’l Kur’an’ın, diğer üç temel İslami ilmin kaynak ilimleri olarak, son derece önemli ve mümtaz mevkileri vardır.
  • Fıkıh, Kelam, Tasavvuf, Hadis ve Tefsir olmak üzere beş temel İslami ilim ortaya çıkmıştır. Bunlardan üç tanesinin aynı zamanda normatif olduğunu, kendi alanlarına ilişkin iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı vs. ortaya koyabildiğini görüyoruz.

Fıkıh İlmi

  • Fıkıh mükelleflerin amelini inceleyen bir ilimdir. Allah katındaki hükmün ne olduğunu konu edinir.
  • İnsanların eylemlerinin Allah katındaki normatif değeri nedir? Bu normatif değer iki yönlüdür. Bir taraftan uhrevi bir hüküm silsilesi söz konusudur, haramdan farza kadar uzanan bir skalada tersinden farzdan harama kadar beş temel uhrevi hüküm vardır, Hanefiler bunu sekize çıkarmışlardır.
  • Diğer taraftan dünyevi amaçların öncelendiği bir teklifi hükümler bütünü var ama dünyevi açıdan bakar. Bugünkü manasıyla dar manada hukuki olarak nitelendirilebilir. Fiillerimizin hukuki sonuç doğurup doğurmadığı mesela sahih mi, batıl mı? gibi meseleleri ele alır.

Diyanilik ve Kazailik

  • Diyanilik Allah ile kul arasındaki tarafı ifade ederken kazailik insanlar arasındaki objektif boyutu ifade eder.
  • Genellikle bunlar örtüşür, örtüşmesi arzulanır ama pek çok örnekte olduğu gibi bazen de birbirinden ayrışır. Hâkim, kazaen zahire göre hükmeder, ama batındaki hükme isabet etmez. Kişinin her ne kadar fıkhın dünyevi ahkâmı açısından lehine hükmedilmiş olsa da hâkim benim lehime hükmetti diyerek bununla tasarruf etmesi caiz değildir.
  • Fıkıhta insanların fiillerin bil kuvve sonsuzdur. Her bir durum biriciktir her bir insanın karşı karşıya kaldığı durum biricik bir durumdur. Bütün bunların birer hükmü vardır. Bu hükümlerin birer “tip” içerisine birbirine benzeyen durum içerisine alınması gerekir. Burada söz konusu olan şey apaçık olan ve apaçık olmayan durumları birbirinden ayırmaktır.
  • Fıkıh, naslarda açık ve muhkem bir şekilde ifade edilen hususlar, sabitelerdir. Bunlar müttefekun aleyh hususlardır. İcma da bunları bağlamak amacıyla işlevseldir. Yani icma delilinin esas fonksiyonu Kur’an ve Sünnet tarafından ifade edilen temel hususların başka türlü yorumlanamayacağını göstermektir.
  • Fıkıh usulü esas itibariyle fıkhın yakın ilkelerini ve doğrudan doğruya fıkıh üretimini sağlamayı değil, fıkhın hangi ilkeler ve esas üzerinde ortaya çıktığını İslam hukuk ve ahlakının felsefesini, metodolojisini ortaya koyan teorik bir ilimdir.
  • Füru fıkıh ortaya çıktıktan sonra usul-i fıkıh tedvin edilmiştir. Dolayısıyla fıkıh ilmi mükelleflerin amelini konu edinir, insan eylemleriyle ilahi değerlendirme arasında müçtehidin yaptığı şey sürekli bu irtibatı yeniden sağlamaktır, kıyamete kadar yani insani eylemler sona erene kadar fıkıh bu anlamda vazifesini devam ettirecektir. Fakat fıkhın bu vazifesini devam ettirirken kullandığı yakın metodoloji “fetva usulü”, daha genel çerçeveyi sağlayan metodoloji ise “fıkıh usulü” olmuş oluyor.
  • Fıkıh usulünde bir anlamıyla lafızlardan anlamın nasıl çıkacağıyla, fıkhın temel delilleri ve bu delillerden çıkan hükümler, delillerle hükümler arasındaki ilişkinin nasıl kurulduğu, dolayısıyla nasların; Kur’an-ı Kerim ve Sünnet’in nasıl yorumlanması gerektiği gibi konular ele alınır.

Fıkıh Usulünün Diğer İlimlerle İlişkisi

  • Fıkıh usulü esasında fıkhın usulüdür ama Taftazani ve diğer bazı âlimlerin dediği gibi fıkıh usulü fıkha mahsus değildir, bütün İslami ilimlerin usulüdür. Büyük fıkhın bir dalı olarak fıkıh usulü özellikle Arabî ilimlerle, Sarf, nahiv, beyan, meani, bedii, vaz’ ilmi gibi dil ilimleriyle son derece irtibatlıdır.
  • Dil ilimleri ifadenin esaslarını ortaya koyar. Fıkıh usulünün gelişimi beyani gelişim ile son derece irtibatlıdır. Çünkü fıkıh usulü de nas, söz-kelam formunda bize ulaşan delillerin değerlendirilmesi, anlamlandırılması dil üzerindeki incelemeleri gerekli kılmaktadır.
  • Diğer taraftan aklın genel çalışma ilkelerini ortaya koyması itibariyle mantık ilmiyle de irtibatlıdır. Usul ve mantık ayrılmaz ikilidir.
  • Kelam ilmi ile son derece irtibatlıdır. Fıkıh usulünün birtakım konuları kelam ile müşterek sayılabilirken bazı ilkeler kelamdan doğrudan alınmıştır.
  • Fıkıh usulü füru fıkıh ile de irtibatlıdır. Çünkü fıkıh ilminde ortaya konan hükümler, verilen misaller fıkıh usulünün kaidelerini anlarken bizim için vazgeçilmez bir vesile olmuş oluyor. Örneğin Hanefi usulcüleri çok fazla fürudan örnek kullanırlar. Hanefi usulü okurken füruyu bilmeden Hanefi usulünü anlamak çok kolay değildir. Ama Eş’ari kelamını okurken buna çok gerek kalmaz, daha genel ilkelerden hareket eder, fıkhın füruu ile alakalı örneklere daha az yer verir.

İlimler Tasnifi ve Fıkıh Usulü

  • Gazzali’nin Mustasfa’nın başında yaptığı ilimler tasnifine göre iki türlü ilim vardır; akli ve şer’i ilimler. Akli ilimlerin, külli ilmi, ilm-i ilahi olan metafizik iken şer’i ilimlerin külli olanı Kelam ilmidir. Çünkü Kelam, ilm-i ilâhideki gibi, varlığı var olması bakımından ele alan ilimdir.
  • İbn Sina’nın tasavvur ettiği anlamıyla ilm-i ilahi, mevcudu, hüküm olması bakımından değil, Kur’an-ı Kerim, hadisler olması bakımından değil ya da fiziksel nesne olması bakımından değil salt mevcudiyetine ilişen en genel nitelikleri bakımından ele alan ilimdir. O zaman konuları aynı olan iki farklı külli ilim ortaya çıkmış oluyor. Kelamı, ilm-i ilahiden farklı kılan husus nedir? “Kelamın İslam kanununa göre yapılmasıdır” der. Sonraki âlimler özellikle Taftazani Şerhu’l-Makasıd’ın başında buna yer verir.
  • Şer’i ilimlerdeki külli ilim olarak Kelam, bir taraftan fıkıh usulüne, fıkha, tefsire, hadise bunları anlama noktasında genel ilkelerini veriyor. Fıkıh usulü de fıkıh da temel olarak Allah Teâlâ’nın varlığını zatını sıfatlarını Kelamullah’ın niteliğini Kelamullah’ın ilahi sıfatlarla ilişkisini tartışmıyorlar. Bunları verili kabul edip kelama havale ederek daha ayrıntılı konulara giriyorlar.
  • Klasik devirlerde akli ilimler bütününe “hikmet” denilmiştir.
  • Bugün felsefe denilebilir ancak günümüzde anlamı oldukça daralmıştır.
  • Hikmetin nazari ve ameli şeklinde iki taksimi yapılmıştır.
  • Aristoteles’ten beri var olan taksimi İbn Sina daha mütekâmil hale getirmiştir. Teorik felsefe, pratik felsefe ayrımının zemininde ne var? İnsan iradesinin dahli var mı, yok mu? soruları önemlidir.
  • Bilginin konusunda insan iradesinin bir dahli yoksa nazari hikmet deriz. Onun amacı sadece konusunun bilinmesinden ibarettir. Onu da kendi içerisinde, “riyazî, tabii ve ilahi” diye ayırmışlardır.
  • Konusu matematiksel cisimler olan hikmetin alanı “riyaziyat”tır. Cebir, geometri, astronomi, gibi ilimler alt dalıdır. Nesnesi oranlar, sayılardır. Örneğin üçgenin iç açılarını bilirsiniz ama buna göre amel etmek gerekmiyor, bunu bilmek yeterlidir.
  • İlm-i tabii dediğimiz tabiat felsefesi; eskiden fizik, kimya diye ilimler ayrışmadığı için “ilm-i tabii” denilen ilim, tabiatı tabiat olarak ele alıyor hem bilimsel hem de felsefi bir bakış açısıyla inceliyor.
  • En üst seviyede de ilm-i ilahi var. İşte bu tüm var olanları var olmaları bakımından, en genel en külli cihetlerinden ele alan metafiziktir. Bu nazari hikmettir.
  • Mantık ise hepsinin zemini ve aletidir.
  • Ameli hikmet ise insan iradesinin dahli olan bir bilgi alanıdır. Teorik bir alan ancak pratiğin teorisidir. İnsanın iradesinin etkin olduğu bilgi alanı ne demek? Bilmekle yetinmeyip onunla uyumlu bir amel içinde olmanız beklenir. İlmin hakkıyla kavranması bu demektir.
  • Ameli hikmet de üçe ayrılmıştır; kişinin kendi nefsi üzerindeki iyiye doğru çabasına yani bireysel siyasete “ahlak” denir. Siyaset, konusu üzerinde etkide bulunmak demektir. Eğer siyasetinizin konusu salt kendi benliğiniz ise buna “ilm-i ahlak” denilmiştir. İlm-i ahlakın amacı nefs nedir, insanın gelip geçici halleriyle kalıcı olan melekeleri nedir, faziletler nedir, reziletler nedir? Bunları bilirsiniz ancak sonucunda şu da beklenir; faziletlerle amel etmeli, reziletleri terketmelisinizdir.
  • Eğer bu siyaset hane halkı seviyesindeyse “ilm-i tedbir-i menzil” denir. Yunancası economia olan ev ekonomisi buradan gelir. Bu hem ahlaki hem iktisadi hem hukuki bir alandır. Kişin ev halkı üzerinde varsa çalışanları üzerindeki hakkı, onların geçimini sağlamaya yönelik ekonomik ve hukuki tüm çabaları bu alana girer.
  • Eğer bu siyaset şehir büyüklüğünde siyasi bir toplum üzerinde gerçekleşiyorsa ona da “ilm-i tedbir-i medine” denir. Bu da geniş anlamıyla siyaset olur.

Hikmet

  • Hikmet, Eski Yunan geleneğinden intikal eden, Müslümanların da benimsediği bir alandır.
  • İnsanın temelde biri ilmî diğeri amelî olmak üzere iki yetisi bulunur. İlmî yetkinlik, doğruyu bilmekle gerçekleşir; ameli yetkinlik ise en üstün, en iyiyi hedefleyerek onu amele geçirmek suretiyle gerçekleşir.
  • Kendindeki gerçekliğin en üstün ilkesi olarak hak ve eylemlerimizin kendisine yöneldiği en yüksek iyinin tezahür ettiği en yüksek kavram kategori olarak “hayr”dır. Hikmet, hakkı ve hayrı birleştiren bir kavram olarak bulunur.
  • Bu kavram sadece zihinsel, bilgi konusu ya da yalnızca amelin konusu olan bir şey değildir. Bilgiyle ameli birleştiren bir kavram olarak hikmet, fıkıhla son derece irtibatlı bir kavramdır.
  • Fıkıh, amelin bilgisi olarak ele alıyoruz. Fakat fıkhın kapsamı içerisinde amelle hiç ilgisi olmayan nazari hikmetle kıyaslayabileceğimiz bir bilgi alanı da bulunmaktadır.
  • Elmalılı Hamdi Efendi’ye göre; fıkıh olmadan hikmetten bahsedilmez ancak sadece fıkıh alanında derinleşerek de hikmetin bütününe erdiğinizi iddia edilemez. Bu nedenle hikmeti kavrayabilmek açısından nazari olanla ameli olanın cemedilmesi gerekir.

Fıkıh-Ahlak İlişkisi

  • Fıkhın doğrudan ameli hikmet alanıyla ciheti, diğer taraftan ahlaktan ayrılamazlığı önemlidir.
  • Batı düşüncesinde gelişen bir ayrım vardır; ahlakın başlı başına bir disiplin olarak inşası. Ahlakın hukuktan ayrılması son 300 yılın hadisesidir. İlk defa 1705 yılında Hristiyan Thomasius özellikle mutlakiyetçi devleti insanların, vatandaşların haklarına tasallut etmemesi için hukukla ahlakı ayıran bir söylem geliştirir.
  • Aydınlanma döneminde de ahlak ilmi vazgeçilmez bir unsur haline gelmiştir. Bu dönemde hem sekülerliğin gereği olarak hukuk ile ahlak ayrı şeyler olarak görülür hem de ahlakın temelini dini olmaktan kurtaran salt akli seküler bir ahlak projesi gerçekleştirme üzerinde durulmuştur.
  • Aydınlanma döneminin birkaç projesi vardır:
    • David Hume ahlakı akla değil tutkulara irca eden bir düşünürdür. Ona göre ahlak tutkuların kölesidir ve öyle olmalıdır.  
    • Kant salt akıldan türeyen bir ahlak inşa etmiştir.
    • Kierkegaard’ın ahlak projesi var o da temel seçim eksenine dayalı bir ahlak anlayışı bu da ayrı bir yöntemdir.
  • Sonraki dönemde hukuktan, estetikten, teolojiden de bağımsız bir ahlak alanının inşa edilmeye çalışıldığı görülür.
  • AlasdairMcIntyre, Erdem Peşinde kitabında bu çabaların hepsinin başarısız kaldığını sebepleriyle beraber anlatır.
  • Ahlak kelimesi Arapçada bugünkü anlamıyla yeni bir zaman dilimiyle sanki başka bir normatif alanmış gibi kullanılmaya başlanmıştır. Çünkü fıkıh, eylemlerin Allah katındaki durumunu ve dünyevi durumu ilgilendiren kazai hükümleri aynı anda içerir, birbirinden ayrıştırmaz.
  • Bugün hukuk alanında değerlendiremeyeceğimiz fıkıh alanında önemli bir bölüm vardır. Fıkıh ilminin büyük çoğunluğu ibadetlere taalluk eder. Sadece Allah ile kul arasındaki meselelerdir. Diğer taraftan yemin gibi bazı alanlar istihsan ve kerahi gibi bazı başlıklar var ki bunlar bugünkü modern anlamda hukuk disiplini ile alakalı olmayacak, kişinin sadece ahlaki tavırlarıyla ilişkili alanlardır.

Fıkıh ve Tasavvuf

  • İslami ilimlerin ilk ayrıştığı dönemde tasavvufa fıkhu’l vicdani demişlerdir.
  • Burada vicdan terimi önemlidir. Bugün vicdan kavramından sadece ahlaki bilinç anlaşılsa da vicdan, insanın bölünmez bütünlüğüdür. Kişinin kendi içinde bulduğu her şey vicdan kapsamına girer.
  • Klasik metinlerde, mantık alanında örneğin müşahedat, zaruri bilgi sağlayan önermelerdendir. Müşahedat bir bölümü hissiyyat bir bölümü vicdaniyyat olmak üzere ikiye ayrılır. Hissiyyat beş duyuyla elde ettiğimiz bilgiler iken, vicdaniyyat içimizde bulduğumuz bilgilerdir. Örneğin açlık ve susuzluk; bunun bildiğimiz vicdanla bir alakası yoktur, kişinin aç veya susuz olduğunu, öfkeli veya huzursuz olduğunu akla gelen her şeyi içeren vicdaniyyat kavramıdır.
  • Kendimizde aracısız bulduğumuz her türlü bilgi vicdaniyyattır. Vicdan, akıl, fikir, his, zihin, hafıza, vahime gibi analitik olarak ayırdığımız ancak hakikatte birbirinden ayrışmayan bütün olan ruhi, manevi kuvvemiz tek bir bütündür fakat itibarla isimleri değişir ona “vicdan” denilebilir. Buna manevi ya da ruhi varlığımız da denilebilir.
  • Örneğin Rıza Tevfik der ki; idrak eden, düşünen, hülyaya dalan, irade eden, muhakeme eden, hükmeden, hayrı şerden ayırt eden, nefret eden hep o aynı şahsiyat-ı maneviyemizdir. İşte o şahsiyat-ı maneviyemize ‘‘vicdan’’ diyebiliriz bunun aleti beynimizdir, madeni kalbimizdir diyebiliriz ama bu iç dünyamız bölünmez bir bütündür.
  • 8. yy. büyük Hanefi alimlerinden Sadruşşeria “maleha ve maaleyha” tanımını açıklarken itikadî olanını kelam ilminin, vicdani olanını tasavvufun üstlendiğini söyler. Bu tasavvufun üstlendiği alan ise ahlak-ı batıne ve melekat-ı nefsaniye diye ikiye ayrılır.
  • Sadruşşeria’ye göre, zühd, sabır, rıza, namazda kalbin ilahi huzurda olması gibi şeylerdir; bunlar vicdaniyyat, ahlak-ı batıne ve melekat-ı nefsaniyyedir. Bunlar bugün bizim anladığımız anlamda ahlakın örnekleri değildir. Burada kastedilen şey kişinin Allah ile olan muamelesindeki manevi durumdur ki bunun tasavvufta adı vardır; haller ve makamlar. Gelip geçici olanlar haller örneğin, bir yoruma göre kendi ihtiyariyle elde ettikleri, diğer taraftan kalıcı olanlar veya vehbi olanlarmakamlar şeklinde ifade edilmiştir ve tasavvuf kitaplarında haller ve makamlar olarak sıralanır. Kabz ve ba’s,heybet ve üns,vecdve tevacüd,rıza, sabır, tevbevs tüm bunlar insanlar arasındaki ahlakı muameleye dair bir şey söylememektedir.
  • Tasavvufta bir nevi ahlak elbette vardır hatta insanlarla ilişkiyi de içeren anlamıyla kemâl gibi en üst seviyeden bir ahlakı tasavvuf konu edinir ama buna Sadruşşeria’nın ıstılahını kullanarak ahlak-ı batıne diyeceksek fıkhın içerdiği ahlaka da ahlak-ı zahire dememiz ya da bugünkü terimlerle objektif ahlakı fıkıh üstlenirken subjektif ahlakı da tasavvufun üstlendiğini söylememiz daha doğru olur.
  • Fıkıh içerisinde ahlaki olan boyut hiçbir zaman devre dışı kalmamıştır. Fiillerin hükümlerini açıklayan fıkıh aynı zamanda fıkıh usulu vasıtasıyla hangi eylemlerin iyi hangilerinin kötü olduğunu, husun-kubuh nazariyesi ekseninde bize açıklar. Teorisini ortaya koyar, bugünkü terimlerle metaetik yapar, ahlak felsefesi yapar.
  • Fıkıh ile fıkıh usulü bir bütün olarak telakki edildiğinde ahlak ve hukukun birbirinden ayrışmadığı bir normatif sistem vardır. Ahlakın bir bölümü, objektif ahlak bunun teorisini yapar, subjektif ahlakı da tasavvufa bırakır.
  • Ahlakı ele alan tek ilim değildir fıkıh, fakat tamamen ahlak alanına da terk etmiş bir ilim de değildir. Husun-kubuh ekseninde aynı zamanda sadece iyi ve kütünün değil güzel ve çirkinin de yani insani yaşamın en önemli bir parçası olarak estetik boyutun da devre dışı kalmadığı görülür.

Fıkıh ve Doğal İlimler İlişkisi

  • Fıkıh ve doğal ilimler ilişkisine dair de önemli bir nokta vardır. Fıkıhtaki yasa kavramı, özellikle illet kavramı ekseninde müçtehidin illet tesbiti yapmasına “tahrîcû’l-menât” denir. Yani bir hükmün illetini istinbat yoluyla, içtihad yoluyla bulmasıdır.
  • İllet çok önemli bir olgudur. İllet varsa hüküm vardır; illet yoksa hüküm yoktur. İllet, ilahi hükmün yasası gibi bir işlev görür. Burada şunu düşünmeliyiz; bir taraftan Allah Teâlâ’nın teşrii buyrukları var şeriat ve ilmi olan fıkıh vardır. Fakih bu teşrii yasanın illetlerini bulmaya çalışır. Bildiklerini de somut eylemlerle tatbikine çalışır buna “tahkîkû’l-menât” deniyor. Somut, tikel, insani eylemleri genel, külli hükümler ile irtibatlandırır.
  • Diğer taraftan Allah’ın bir tekvini emri vardır. Tekvini emir kozmik yasalardır. Tekvini emirler ile teşrii emirler ilişkisi birbirinden ayrılamaz. Bu Rahman suresinin başındaki ayetlerde de görülmektedir. Mizan kelimesinin art arda üç farklı anlamda kullanılır.
  • Bu manada bir fizikçinin gezegenler arasındaki mesafenin uzaklığının bulunması nasıl büyük bir olaysa bir fakihin teşrii emir kapsamında bir illeti tespit etmesi de birbiriyle mukayese edilebilir.

          Fıkıh – Sosyal Bilimler İlişkisi

  • Fıkıh bugün sosyal bilimler dediğimiz alanın tamamına tekabül eder.
  • Klasik işlevi itibariyle hukuktan ibaret değildir.
  • Bugün ayrışan ilimler içinde, ekonomi, siyaset, ahlak alanları, fıkıh içerisinde büyük bir ölçüde dikkate alınır. Örneğin, siyasetle ilgili meseleler klasik dönemde ya felsefi ahlakın bir uzantısı olarak ilm-i tedbir-i medine kapsamında ya da fıkıh içinde ele alınır.
  • Elmalılı Hamdi Efendi’nin fıkhın alt dallarını ilimleştirmek projesi vardır ancak tamamlayamamıştır. Örneğin ilmi ahkamı evkaf yani vakıflar hukukunu başlı başına ilim olarak tanzim ettiğini söyler.
  • Bugün dünyada uluslararası hukuk alanında ilk eser Şeybani’nin Siyer-i Kebir’idir. Bu alanı ortaya koyma şerefi Müslümanlara aitken burada bir zaaf olmuştur.
  • Elmalılı Hamdi Efendi bugün yapılması gereken şeyin; fıkhın tüm ayrıntılarını herkese öğretmeye çalışmak yerine alt dallarda uzmanlığı teşvik etmek ve onları birer ilim olarak yeniden ortaya koymak gerektiğini söyler. İktisadın, siyasetin ve ilgili fıkıhla alakalı diğer alt dalların geliştirilip müstakil birer ilim olarak önünün açık olduğunu söylemiştir.

Hazırlayan: Meryem Şahin

Videolar