Mukaddimeler


İDE AKADEMİ 2021-2022 | DERS NOTLARI | 19 Ekim 2021

  • İslam tarihinde özellikle Endülüs’te farklı bakış açıları ortaya çıkmıştır. El-Muvafakat adlı eserin müellifi Şâtıbi de bunlardan birisidir. Şâtıbi kendisinden önce tıkanmış olan usûl-i fıkıh ilmine bir yöntem getirmiştir.
  • Hanefilik, Mutezile, Ehli Rey, Mürcie, Zeydilik ekibi Bağdat’ta bir dönem çok güçlenmiştir. Hanefiliğin Şia’yı çağrıştıran Mutezileyle olan yakınlığı sebebiyle Selçuklu Devleti Eş’arilik üzerinden yürüme kararı almıştır.
  • En büyük rakibi olan Bâtıniye’ye yakın olan bu grubu dışlamış ve Eş’ariler üzerinden yeni bir doktrin ortaya çıkartmaya çalışmıştır. Bu sebeple Eş’arilik güçlenmiş çok büyük Eş’ari âlimler ortaya çıkmıştır. Bakıllani, Cüveynî, Gazali ve Fahreddin Razi çok büyük simalar olarak İslam kültürüne damga vurmuş isimlerdir.
  • Bu süreçte Eş’arilik içindeki bir takım teorilerin sıkıntıları ortaya çıkmıştır. Özellikle cebir görüşüne yakınlık gibi meseleler sorun olmuştur. Fahreddin Razi’yle beraber cebir düşüncesi kemikleşmiştir.
  • Özellikle Razi ile beraber usûl-i fıkıh ve kelam yüzde yüz cebir üzerinden ilerlemeye başlamıştır.
  • Cüveynî ve Gazali’nin bakış açısına göre ise cebir üzerinden dini teori yapılamaz, din temellendirilemez konusu çok ciddi bir sorundur. Aynı şekilde Eş’ari düşüncenin uzantısı olan âdetin  zorunlu olmaması da önemli bir konudur. Diğer bir konu Allah'ın hükümlerinde bir gayeyi gözetmek zorunda olmamasıdır. Bu konular usu-i fıkıh ve teoloji yapımını zorlaştırmıştır.
  • Zikredilen teoriler Bâkıllâni’den  Râzi’ye kadar gelişen üst düzey teoriler olduğu için aşılması zordur.
  • Eş’ari düşüncede usul-i fıkıh yapmayı, teoloji yapmayı zorlaştıran bir diğer konu Gazali'nin analojik kıyası reddetmesidir. Hem kelamda hem de usul-i fıkıhta yöntem olarak analojik kıyası reddetmiştir. O zaman biz dini bilgiyi hangi akli yöntemlerle üreteceğiz bu konuda da Eş’ari düşünce kapalılık içerisindedir.
  •  Fahreddin Razi'nin dilin zannî olduğunu çok fazla vurgulaması yani nakli delillerin zannilik içerdiğini, kat’ilik  içermediğini ifade etmesi de bu süreç içinde başka bir sorun olarak yer almaktadır. 
  • Bu sorunlara dışarıdan bakanlar çözüm bulmaya çalışmıştır. Mesela cebir düşüncesine karşı çıkan ve bu şekilde dini teori yapamayız diyen, Hanefi düşüncesinin uzantısı olan Sadrüşşeria çözüm bulmaya çalışmıştır. Cebir anlayışı dini düşünceyi sıfırla çarpmak gibi algılanmıştır. 
  • Bir diğer konu dilin zanniliğinin aşılması gerektiğidir. Dil zanni ise din bize nakillerle yani dil ile geliyor o zaman biz dini de anlayamayız.
  • Gazali analojik kıyası reddetti. Bunun yerine tümdengelimi gösterdi ama tümdengelimin kelamda nasıl uygulayacağını göstermemiştir.
  • Tümdengelimi biz umum lafızlarla yapıyoruz. “Bütün kuşlar uçar” gibi. Umumun delaletinin  kati olması gerektiğini düşünen Eş’ari düşünceye aykırıdır. Gazali de tam olarak bunu çözümleyememiştir. Dolayısıyla dışarıdan bakan birisi bunu görüyor. Özellikle Sadrüşşeria cebirsiz bir varlık anlayışı üzerinden usul-i fıkıh yapmaya çalışmıştır.
  • Şâtıbî, bilgi ve varlık noktasında içine düştüğü birtakım kriz noktalarını aşmaya çalışmıştır. Eş'ari düşüncede Allah Teâlâ bir takım gayelere bağlı kalmak zorunda değildir.  Ama Şâtıbi teorisini Eş’arilik içinden üretmemiştir. “Allah Teâlâ’nın gayesi var mı yok mu ben bunu kelami bir arka plandan çıkarmaya çalışmam, ben nassları incelerim, nassların tümevarımından ulaşırım, dolayısıyla nasların tümevarımını yaparım” demiştir.
  • Endülüs'ün her zaman farklı bir bakış açısı olmuştur. Dolayısıyla Şâtıbi’nin yapmış olduğu şey Eş'ari düşünce içinden Eş’ariliği dönüştürmek değil Eş’arilikten istifade ile onu baypas ederek ilerlemektir.
  • Şâtıbi derki: “Ben metine bakarım. Baktığım zaman birtakım gerekçelere yönelik hükümler verdiğini görürüm. Dolayısıyla bu nassları alt alta sıraladığım zaman Allah Teâlâ’nın bir takım gayeleri elde etme maksadını görürüm ve bunu nassların istikrasından çıkarırım bunlar bir kesinlik ifade eder.”
  • Şâtıbi yeni bir yöntem denemiştir. Eş’ari kelamının bir takım yöntemlerini arka planlarını değiştirmiştir. Çünkü bu arka planları kabul ettiği zaman onun usul-i fıkıh yapma tarzını da baltalayacağının farkındadır.
  • Şâtıbi Eş’ariliğin bazı temel önermelerini, akıl yürütme yöntemlerini kullanmıştır.  Ama “benim tarzım farklı, ben nasslardan tümevarım/istikra yaparım” demiştir. İstikra ile ulaştığı bu genel konseptleri sistematik hale getirmiştir. Daha sonra sistematik hale gelen konseptleri  usul-i fıkıh başlığı altında yazdığını söylemiştir. Dolayısıyla Şâtıbi'nin yöntemi nassların istikrasına dayanır ve o bu şekilde kesin bilgiye ulaştığını savunur.
  • Şâtıbi bu şekilde zannilik sorunlarını da aştığını düşünür. Çünkü Müslümanların daha ilk zamanlarda İslami ilimleri ortaya koyarken H.100-200 arasında en temel meselelerinden biri şuydu: “Eğer dinle mükellefsem ve bir teklif teorisi (usul-i fıkıh ve kelam) yapacaksam bazı bilgilerimin kesin olması gerekiyor. Eğer ben bazı bilgileri kesin olmayan bir yaratıksam Tanrı’nın bana bir din göndermesi saçma olur. Çünkü hiçbir şeyi kesin olarak bilemiyorsam dinle ilgili arka planı da dine inanılması gerektiğini de bilemem  ve dini teori yapılamaz” diyorlardı.
  • Bazı bilgilerin kesin olduğunu söyleyemezsek dini teori yapma imkânımız olmaz. Müslümanların bu anlamda felsefecilerden istifade ederek güçlü bir teori ortaya koyduklarını söyleyebiliriz.
  • Şâtıbi de bazı dini bilgilerin kesin olmaması halinde ilerlenemeyeceğinin farkındadır. Dolayısıyla bazı dini bilgiler kesindir. Hatta istikra yoluyla birçoğu kesindir. Şâtıbi:“Benim dini konularda bazı bilgilerim kesindir. İstikra yaptığım tümevarımla ulaştığım bilgilerim kesindir, dil ne kadar zanni olursa olsun. Ben bu metinlerden dilin zanniliğini de aşacak şekilde kesin bilgiler çıkarabiliyorum. Gazali'nin de zanni sonuçlara ulaştığı için analojik kıyası reddetmesi ama yerine bir şey koyamaması durumu varken ben yerine bir şey koyabiliyorum.” demiştir.
  • Şâtıbi’nin kelami arka planının çok net olmadığı anlaşılmaktadır. Bir mesele farklı nasslarda o kadar çok vurgulanmıştır ki, zanni olma ihtimali kalmamıştır. Bu açıdan değerlendirmiştir. Çünkü  zanni  olursa dinin kendisi de zannî olabilir.  Dini kabul ediyorsanız bunu da kabul etmelisiniz anlayışına sahip olduğu görülmektedir. Şatıbî’nin teorisinin zayıf noktasını da burası oluşturmaktadır. Usul-i fıkıh ise dini ispat teorisinin devamı olmaktadır. Şâtıbi burada ilk usul-i fıkıh anlayışından biraz uzaklaşarak Müslüman olmuş birey açısından usul-i fıkıh yapmıştır.
  • Ebu Hanife, Cessâs ve Gazali’nin ortaya koyduğu usul-i fıkıh neden kelamla iç içedir?  Çünkü kelam ilmi dini temellendirme işinin bir parçasıdır. Özellikle Gazali'ye kadar yapılan usul-i fıkıh bu anlayıştadır. Daha sonra Müslüman devlet güçlenmiş ve böyle bir duruma gerek kalmadığı düşünülmüştür.
  • Eş’ârilik, Müslüman olmuş birey açısından dini temellendirir.
  • Şâtıbi eserine mukaddimelerle başlamıştır. Birinci mukaddimedeki temel önermesi fıkıh usûlü katidir, zanni değildir. Bunu ifade etmek oldukça iddialıdır.
  • Peki, bu zamana kadar fıkıh usulünde zanni ve tartışmalı olan şeyleri çıkardığımız zaman geriye bir usul-i fıkıh kalır mı?  Geriye usul-i fıkıh adına çok fazla bir şey kalmadığını görmekteyiz.
  • Usul-i fıkıh diye bir şey var ama bunun bir kısmı zanni bir kısmı katidir diye bir şey yoktur. Her doktrin dini temellendirme çabasına girmiştir.
  • Şâtıbi’nin yapmaya çalıştığı şey en azından bazı bilgilere biran önce kat’ilik kazandırmaktır.
  • Fıkıh usûlü katidir, zanni değildir. Bunun delili fıkıh usulünün külliyat-ı şer’iyyeye dayalı olmasıdır. O zaman mantıki bir önerme getirmiştir. Sonucu fıkıh usulü katidir.
  • Bu sonuca gittiğimiz önermeler neler?
  • Birinci önerme: Fıkıh usulü şeriatın külli esaslarına dayalıdır.
  • İkinci önerme ise: Şeriatın külli esaslarına dayalı olan şeyler ise katidir.
  • Dolayısıyla fıkıh usulü katidir.
  • Şeriatın külli esasları dediği şey şeriatın içinden nasslarını inceleyerek istikra yoluyla ulaştığı anlamlardan bir tanesidir. Şâtıbi “istikrayı nasslara uygularsak fıkıh usulünün şeriatın külli esaslarına dayandığı anlaşılır” demiştir.
  • İkinci önermeyi yaparken birinci önermeyi revize ederek açıklamıştır. İkinci önermeyi açıklarken kullandığı alt önermeler şunlardır:
  • Fıkıh usulü ya şeriatın külli esaslarına dayanır ya da akli prensiplere dayanır. Akli prensipler dediği ilk günden beri usul-i fıkhın üzerine bina edildiği akli prensiplerdir. Bunlarda bir şey vacip, mümkün ya da mümtenidir. İlk zamanlardan itibaren vacip mümteni ayrımı İslam literatürüne girmiştir. Her şey bunların üzerine bina edilmiştir.
  • Namazın vacibi kavramı buradan gelmektedir. Çünkü namazdan önce İslam âlimleri kelamı ortaya koymuşlardır. Mesela Ebu Hanife namaz konularını incelemeden önce muhtemelen bu konuları ele aldı. Bunu Cassas’ta çok net görürsünüz. Müslümanlar bir şey Allah’a vaciptir demeye çok erken başladılar. Çünkü başka türlü dini teori kuramadıklarını gördüler.
  • Fıkıh usulünün bir kısmı akli esaslara dayalıdır. Akli esaslar kati olduğu için fıkıh usulü de katidir.
  • Fıkıh usulü şeriatın genel ilkelerinin istikrasına da dayalıdır.
  • Şâtıbi şunu kabul etmiştir: Akıl bazı şeyleri zorunlu olarak bilir. Aklın caiz dediği şey caiz muhal dediği şey muhaldir. Zaten kesinliği bu kadar ön plana çıkarıyorsanız akli kesinliği de kabul ediyor olmanız gerekir. Akli kesinliği kabul edip mütevatir haberin de kesin bilgi verdiğini söylüyorsanız bunu adete bağlamanız gerekir. O zaman adetin de kesin olduğunu kabul etmeniz gerekecektir.
  • Şâtıbi, “fıkıh usulü akli prensiplere ya da istikraya bağlıdır” demiştir. Tersten ise söyle der: “Eğer fıkıh usulü zanni olsaydı o zaman akli olmazdı. Çünkü akılda zan olmaz. Yine şeriatın külli esaslarına bağlı olmazdı. Çünkü şeriatın külli esaslarında zan olmaz. Zan ancak cüzi esaslardadır.  Eğer bizim nasslardan elde ettiğimiz bilgilerde zannilik olsaydı şeriatın aslıyla da ilgili zannilik olmuş olurdu. Eğer zan şeri esaslar için söz konusu oluyorsa dinin aslıyla da ilgili zan olurdu. Aynı şekilde mütevatir konusunda da zannilik olurdu.”
  • Mütevatir nedir? Çok sayıda kişinin verdiği haberdir. Bu kişilerin bir araya gelip birlikte yalan söylemelerinin âdeten imkânsız olduğu bir bağlam var. Dolayısıyla bu sayısız kişinin bana bilgi ulaştırmasıyla, benim sayısız nassı inceleyerek bir özü, anlamı ya da konsepti çıkarıp, bu anlam bütün nasslara yayılmış durumda var demem aynı şeydir.
  • Şâtıbi, “tevatürün kesinliğiyle benim istikramın kesinliği aynı şeydir” demiştir. Hatta “benim yaptığım istikra bir tür manevi mütevatir gibidir” der. Dolaysıyla bizim çıkardığımız istikralarda bir zannilik olsa mütevatir başta olmak üzere dinin aslını ayakta tutan şeylerde de zannilik söz konusu olurdu. Dolayısıyla mesafe alamazdık.  Yani benim istikramı kabul etmemek, dinin kesinliğini kabul etmemek gibi bir şeydir demektedir.
  • Bu ise adeten caiz değildir” diyor. Bütün bunların caiz olmamalarının gerekçesini adeten-tabiat kuralı anlamında- caiz olmamasına bağlamıştır.